İSTANBUL (AA) - Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, "Türkiye, tarih boyu ve bilhassa da son 13 yıldır olduğu gibi, bundan sonra da Suriye'nin yanında olacak, yaralarını saracak ve kalkınmasına bütün gücüyle katkı verecek. Dün olduğu gibi, bugün ve bundan sonra da Türkiye, Suriye'nin birliğinin, üniter yapısının ve toprak bütünlüğünün korunmasını öncelik olarak belirleyecek." dedi.
Altun, bu yıl "Uzak Olsa da Aslında Çok Yakın" sloganıyla düzenlenen programı, savaş, çatışma, iklim krizi, açlık ve insanlık suçları gibi tehditlerle yüzleşilen çağda, değeri daha da iyi anlaşılan belgeselciliğe hakkını teslim etmek için önemli bir vesile olarak gördüğünü ifade etti.
İzleyiciye "belge" yani "kanıt" sunan belgesellerin, beyaz perde ya da ekran için üretilen yapımlar olmasının ötesinde, yumuşak güç enstrümanlarından biri olan kamu diplomasisinin de önemli bir unsuru olarak öne çıktığını vurgulayan Altun, şunları söyledi:
"Hele ki bu çağda, hele ki bu coğrafyada. Çok da uzak geçmişe gitmeye gerek yok, sadece son 1 yılda olanlara bakalım. Eğer kameralar kayıtta olmasaydı Gazze'deki dramı, vahşeti, dehşeti, insanlık suçlarını yeterince göremeyecektik, o büyük acıyı bu haliyle hissedemeyecektik. Daha yakında sadece son 1 haftada olanları düşünelim. Eğer yine kameralar kayıtta olmasaydı Şam'daki Sednaya Cezaevi'nde on yıllar boyu süregelen o akıl almaz işkenceleri belgeleyemezdik. Hakeza vatanına yıllar sonra dönenlerin sevincini, mutluluk gözyaşlarını göremez, zulmün son bulmasına şükredenlerin sonsuz gülümsemelerine de tanıklık edemezdik."
- "Kimse sahip çıkmazken o mazlumlara sadece Türkiye sahip çıktı"
Fahrettin Altun, şöyle devam etti:
"Eğer günün birinde Netanyahu ve Esed birer insanlık suçlusu olarak yargı önünde hesap vereceklerse ki buna inancım tamdır işte o hesap günü geldiğinde yargıya yol gösterecek, en önemli kanıtları sergileyecek, o zulmü belgeleyecek olan habercilerdir, belgeselcilerdir. Bilhassa da mazlum coğrafyaların belgeselcileridir. Bunu bana bu kadar net bir dille söyleten Batı medyasının Filistin'e, Lübnan'a, Suriye'ye; işlenen onca cinayete, tecavüze, işkenceye zulme karşı takındığı 'umursamaz' tavırdan başkası değildir. Her şey biz yaşarken oluyor. Gözlerimizin önünde, şairin de dediği gibi 'Her şey biz yaşarken oluyor, biz yaşarken kopuyor tufanlar.' Biz yaşarken ne yazık ki tarihin onca zulmü yaşanıyor, biz bunlara şahitlik ediyoruz."
Minicik cansız bedeni kumsala vuran Aylan bebeği de gördüklerini ifade eden Altun, annesini, babasını, kardeşlerini bombardımanda kaybeden 5 yaşındaki kız çocuğunun "Hepinizi Allah'a şikayet edeceğim" dediğini de duyduklarını dile getirdi.
Altun, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Sednaya cehenneminde, 20, 30 hatta 40 yıl boyunca, zifiri karanlık tünellerde, sadece yaşayabilecekleri kadar su ve ekmekle yaşatılan ve konuşmayı dahi unutan masumların sessizliğini de gördük. Bu dünyada bunlara şahitlik ettik. Dahası, vatansız kalan, gidecek, sığınacak yeri kalmayan insanlara 'Defolun.' diyen karanlık zihinleri de gördük. Ama şunu biliyoruz ki 'Zaman ustadır.' Hatırlayın, kimse sahip çıkmazken ve gerçekten mazlumların yaşadığı zulümler günden güne derinleşirken bu mazlumlara sadece Türkiye sahip çıkı. Ege'de, Akdeniz'de kurşunlanıp batırılan şişme botları hatırlayın, sınır kapılarında dövülen mültecileri hatırlayın, ağlayan bebekleri, o bebekleri ağlatan merhamet duygusundan yoksunları hatırlayın. 13 yıl önceydi, Cumhurbaşkanı'mız daha ilk gün, 'Biz kardeşlerimize kapılarımızı açacağız.' demişti. Ardından da 'Men sabera zafera' yani 'Zafer sabredenlerindir.' demişti. Esed rejimi devrilip, sınır kapıları bu kez hürriyete dönüş için açıldığında Cumhurbaşkanı'mız bu sözü bir kere daha söyledi. Gerçekten her şeyi tamir eden usta zaman, zaferi sabredenlere verdi. Geriye ise vatanını yitirmiş, son sığınak Türkiye'de yaşama tutunmaya çalışmış mazlumlara 'Defolun' diyenlerin kötülüğü kaldı."
- "Türkiye, Suriye'nin birliğinin, üniter yapısının ve toprak bütünlüğünün korunmasını öncelik olarak belirleyecek"
Altun, son 13 yılda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin mazlumlara kapısını ardına dek açtığını, hatta bunu sürecin siyasi riskleri varsa o riskleri de sonuna kadar göze alarak yaptığını kaydederek, "Milletimiz, popülizmin bu denli yükseldiği, ırkçılığın Batı dünyasını esaret altına almaya başladığı, yabancı düşmanlığının yükselişe geçtiği böylesi zorlu bir dönemde, Suriyeli kardeşlerini, tarihe altın harflerle yazılacak bir alicenaplıkla misafir etti. Şimdi tam 911 kilometrelik en büyük sınır komşumuz Suriye'de yepyeni bir hayat başlıyor. Türkiye, tarih boyu ve bilhassa da son 13 yıldır olduğu gibi, bundan sonra da Suriye'nin yanında olacak, yaralarını saracak ve kalkınmasına bütün gücüyle katkı verecek. Dün olduğu gibi, bugün ve bundan sonra da Türkiye, Suriye'nin birliğinin, üniter yapısının ve toprak bütünlüğünün korunmasını öncelik olarak belirleyecek." ifadelerini kullandı.
Bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çok net beyanları bulunduğunu aktaran Altun, Erdoğan'ın, son kabine toplantısı sonrası yaptığı konuşmasında çok net Suriye tablosu ortaya koyduğunu belirtti. Altun, "'Suriye'de üniter yapının korunduğu, etnik, dini ve mezhebi tüm unsurların barış içerisinde bir arada yaşayacağı toplumsal yapının tesis edildiği bir ortam inşa edilmeli.' cümlesinin altını özenle çizmişti. Biz bu çerçevede, bunun sağlanması için elimizden gelen tüm gayreti güçlü şekilde sarf edeceğiz. Oluşan ve oluşma ihtimali olan boşluklardan terör örgütlerinin yararlanmaması için elimizdeki tüm imkanları seferber etmeye de devam edeceğiz." dedi.
- "Türkiye'yi sığınmacı karşıtı bir yermiş gibi gösterme gayretleri ortaya çıktı"
Fahrettin Altun, son 13 yılda medyanın da önemli bir sınav verdiğini ve bu sınavdan başarıyla çıktığını söylemeden geçemeyeceğini ifade ederek, şunları kaydetti:
"Medyamız, bu süreçte kışkırtıcı dil kullanmak yerine daha sükunetli, kapsayıcı ve özellikle de Türkiye'deki sığınmacı kardeşlerimizin de hukukunu gözeten bir dil kullandı. Ama maalesef medyamızın içindeki bir kesim üzülerek gördük ki kışkırtıcı bir dil kullanma gayretinde oldu. O kışkırtıcı dilin sahipleri, bugün nedamet getiriyor olsalar da artık çok geç. Çok geç çünkü geride kalan yıllarda kurulan o çirkin dil ne yazık ki olumsuz yansımalara sebep oldu. Öyle ki bir dönem Türkiye'yi uluslararası alanda sığınmacı karşıtı bir yermiş gibi gösterme gayretleri dahi ortaya çıktı. Sığınmacı kardeşlerimize yönelik provokasyonlar düzenlenmeye çalışıldı. Fakat hiçbiri başarılı olamadı. Milletimizin feraseti, Cumhurbaşkanı'mızın dirayetli liderliğiyle birlikte, hükümetimizin çabalarıyla bu provokasyonlar karşılık bulmadı. Devletimizin sığınmacı kardeşlerimizin üzerinde bu kadar hassasiyetle durduğu bir dönemde, milletimiz ise ciddi fedakarlıklar gösterdiği durumlarda maalesef devletimize ve milletimize karşı kara kampanyalar yürütülmeye çalışıldı. Fakat bunların da bir karşılığı olmadı. Biz bir kere daha gördük ki barışa, istikrara, toplumun huzuruna, birliğine, bütünlüğüne yatırım yapanlar bir kere daha kazandılar."
Belgesellerin gerçekliğe ışık tutan, sosyal, kültürel ve siyasi olayları odağına alan, çeşitli meselelere ilişkin güçlü hikayeler anlatma araçları olduğunu dile getiren Altun, belgesellerin gerçekliğe tanıklık ettiğini ama gerçekliğe tanıklığın bir etik üzerine inşa edilmesinin gerektiğini vurguladı.
Altun, etiğin göz ardı edildiği bir yerde belgeselin gerçeğe tanıklık etmediğini, kurgulanmış yeni bir gerçeklik oluşturduğunu ifade ederek, şöyle devam etti:
"Dünyaca ünlü Senarist ve Yönetmen Jean-Luc Godard, 'Bir kamera kaydırması benim için önünde sonunda ahlaki bir meseledir.' derken de 'Gerçek yönetmen kurguyu kamerada yapar.' derken de esasında hakikati anlatmanın önemini ve etik düzlem olmadan hakikatin anlatılamayacağını ifade etmiştir. Belgesellerin temas ettiği gerçeklikler, kurgusal olmamakla birlikte gerçekliğin estetize edilmiş bir biçimini sunmaları bakımından kurgusal sinema örnekleriyle ortak yönlere sahiptir. İçeriklerin belirli bir anlatıyı kompoze etmesi için müzik ve görüntü gibi malzemeler kurgusal sinemadaki gibi montaj sürecinden yani bir tür kurgudan geçer. Belgesel sinemasının öncü isimlerinden ve 'belgesel' terimini ilk ortaya atan kişi olan John Grierson da bu konuda 'Doğru bir sırayla düzenlendiğinde her şey güzeldir.' demiş ve 'Gerçek kaynağından alınan öykü ve malzemeler, çok daha mükemmeldir.' sözüyle de belgeselcilik ve stüdyoda üretilen sinema filmleri arasındaki farkı açıkça ortaya koymuştur."
Buna karşın belgesel gibi tarihsel bir kayıt olarak görülen bir türün hakikatten kopmaması, merkezinde daima insanlığın ortak değerleri ve menfaatlerinin yer alması gerektiğini vurgulayan Altun, "İşte tam da bu yüzden insanlığın özgürce, adalet ve refah içinde, istikrarlı bir şekilde geleceğe yürümesini arzu ediyorsak ya yalanları tespit edecek güçlü araçlara ya da hakikatten bir an olsun ayrılmamamızı sağlayacak ortak bir anlayışa ihtiyacımız vardır." değerlendirmesinde bulundu.
Altun, TRT'nin yapımlarının Türkiye'nin tarihini, kültürel ve doğal zenginliklerini, beşeri sermayesinin potansiyelini, yine Türkiye'nin küresel meydan okumalar karşısında tutum ve politikalarını uluslararası toplumun gündemine taşıyarak, ülkenin kültürel, siyasi-diplomatik ve toplumsal imaj ve itibar yönetimine bir kamu diplomasisi aktörü olarak güçlü katkılar sunduğunu söyledi.
- "Hakikatin yalın bir dille anlatılması hayati bir görev haline gelmiştir"
Fahrettin Altun, hakikat ötesi bu çağda, belgesellerin oynadığı kritik role her zamankinden daha fazla ihtiyacın olduğunu vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Gerçekle yalanın arasındaki çizginin giderek daha da bulanıklaştığı, dezenformasyonun zehirli tohumlarının istikrarsızlık ve güvensizlik oluşturmak için kullanıldığı bu dönemde, sorumlu yapımcıların ve yönetmenlerin emeklerinin, hakikat mücadelesinin geleceği için çok kıymetli olduğu kanaatindeyim. Az önce de detaylı şekilde vurguladığım üzere Gazze'den Suriye'ye insanlığın büyük sınamalarla karşılaştığı bölgelerde hakikatin sesinin duyulmasını sağlamak artık hiç de kolay olmamakta. Gerçekliğin çarpıtıldığı ve çeşitli versiyonlarının bulunduğu bu dönemde hakikatin yalın bir dille anlatılması hayati bir görev haline gelmiştir. Yaşanan meselelerin, adaletsizliklerin ve çarpıklıkların kayıt altına alınması, belgelenmesi ve kamuoyu ile paylaşılması, hem bugünümüzü hem de geleceğimizi şekillendirmekte. Belgeseller işte bu meseleleri görsel olarak, etkileyici bir şekilde sunarak izleyicilerin dikkatini karmaşık konulara çekebilmektedir. Gazetecilik açısından bakıldığında ise, haber formatında yeterli ilgi göremeyebilecek konulara belgesel sunumu, farklı perspektifler sunarak bunların derinlemesine ele alınmasını ve insan hikayelerinin paylaşılmasını sağlamakta."
Gerçekliğin tanıklarının kendi hikayelerini anlatabilmeleri ve belgeseller aracılığıyla tarihe not düşmelerinin eşsiz bir değere sahip olduğunu belirten Altun, kültürel ve coğrafi sınırları aşan güçlü hikaye anlatım araçları olarak belgesellerin küresel vicdanı harekete geçirme, gösterilmeyeni gösterme, susturulanın sesi olma gibi yönleriyle karmaşık sorunların ve konuların aydınlanmasına da katkı sağladığını dile getirdi.
Altun, belgesel filmlerle gerçekliğin kayıt altına alındığını, göz ardı edilen konuların gündeme taşındığını, ulusal ve uluslararası farkındalığın artırıldığını ifade ederek, belgesellerin ayrıca insan hakları ihlallerinden, çevre sorunlarına, zorlu hayat hikayelerinden çatışmalara kadar farklı konulara ışık tuttuğunu, farklı seslerin küresel alanda duyulmasına olanak sağladığını belirtti.
- "Belgeseller, izleyicileri harekete geçmeye yönlendirerek hakikatin savunuculuğunu da yapar"
Fahrettin Altun, belgeseller aracılığıyla insanların tanımadıkları toplumların acılarını görebildiğini, haberdar olmadıkları adaletsizliklerin farkına varabildiklerinin altını çizerek, şunları söyledi:
"Belgesel filmlerin bir diğer gücü de insani değerlerin ve hakikatin din, dil, ırk fark etmeksizin her birey için kıymetli olduğunun anlaşılmasına imkan tanımasıdır. Ama belgeseller sadece gerçeği yansıtmakla kalmaz. Aynı zamanda izleyicileri harekete geçmeye yönlendirerek hakikatin savunuculuğunu da yapar. Bu sayede de uluslararası ölçekte gündem oluşturup kamuoyunu etkiler. Tıpkı bugün burada da olduğu gibi. Unutmayalım ki belgeselleri ve belgeselcileri destekleyen Uluslararası Belgesel Ödülleri, küresel ölçekte ilgiyi üzerine toplayan bir platformdur. Bu önemli bir başarıdır. Bu başarıda rolü olan bütün arkadaşlarımı, TRT'nin yöneticilerinden çalışanlarına bütün emekçilerini tebrik ediyorum."
Gala programında, TRT Genel Müdürü Mehmet Zahid Sobacı da bir konuşma yaptı. Programa, AA Yayınlar ve Prodüksiyonlar Koordinatörü Oğuz Karakaş'ın yanı sıra siyaset, sinema ve sanat camiasından da davetliler katıldı.