Çok “Kral” Hareketler bunlar

Banu Güven, Ece Temelkuran, Nuray Mert ile Yıldırım Türker’in Bir Gün gazetesine ciddi teşekkür borçları var. Gazetenin, kendilerini bünyesine kattığını duyurmak için hazırladığı birinci sayfasındaki gözleri bantlı başbakan tasarımı adıgeçenleri ciddi bir yükten kurtardı. İlkesel bir tutum havası verdikleri bir kararla sözkonusu tasarımı bahane ederek, sert muhalif kimliği ayan beyan ortada olan gazeteyle ilişkilerini kesiverdiler.


Öncelikle belirteyim ki,  çok cesur oldukları anlamına elbette gelmez ama, onların sadece korktuklarından, ürktüklerinden ötürü böyle bir tavır aldıklarına inanmıyorum. Öyle olsa bile bunu çok insani bir durum olarak değerlendiririm.


Adıgeçenler fırsatçılık gibi daha kötü bir iş yaptılar. Başbakana, dolaylı olarak, aslında “muhalif” olmalarının bir sınırı olduğunu duyurma fırsatçılığı. Bir Gün’ün, gözü bantlı başbakan kapağını bahane ederek, hiç başlamadıkları gazeteyi terk etmekle, ne kadar tersini söylerlerse söylesinler, başbakana zeytin dalı uzattılar. Kötü mü bu? Elbette, hem de çok kötü. Muktedire zeytin dalı uzatılmaz. Uzatılsa da ciddiye alınmaz. Çünkü üstünlüğü elinde tutanın uzattığı zaman bir anlam ifade eden o zeytin dalı, zaten hışmına uğranılan muktedir için bir anlam ifade etmez. Yani umurunda bile değildir. Haklıdır da çünkü o da zeytin dalı uzatma türünden jestlerin eşitler arasında geçerli olacağını bilir.


Gazetenin sözkonusu tasarımına itiraz hakları elbette var adıgeçenlerin.. Ancak bu hak, abartılı tepkilerinden ötürü kötüye kullanılmış bir hak olarak kaldı ne yazık ki. Gereken söylenir, gazetede yazmaya devam edilebilirdi. Ahmet Şık’ın yaptığı gibi. Ama böyle olmadı. Hala Erdoğan’ın “merkez medya”daki muhalifleri olduklarını da gösterdiler. Artık Ahmet Altan’ın muhalifliğinin çok gerisinde oldukları, Hasan Cemal’in “ağabey” nasihatları yüklü muhalifliğinde karar kıldıkları belli oluyor.


“Merkez Medya”
da muhalifliğin, -evet işerinden oldular ama-, kolay bir tarafı da var. Kamunun, fazla hırpalanmalarına izin vermeyen korumacılığına sahipler, kim ne derse desin. Onlara yönelik en ufak bir Erdoğan kaynaklı serzeniş toplumda kolay destek sağlamalarına yol açar, merkez medyadayken. Bir Gün’de ya da Sol’da ise, -elbette çok daha nitelikli olan okuyucularının dışında-, sahiplenilmeleri zordur. Çünkü bu ülkede sınırları belirlenmiş muhalefet yapmak için uygun gazeteler değildir Bir Gün ya da Sol.


İddia ediyorum, bu “kriz” olmasaydı da patlak verecek bir sözümona “ilkesel” bir aykırılıkta bu kopma olacaktı. Kabul etmeliler ki, bu figürlerin egoları fazla büyük. Muhalif duruşunu, çizgisini bildikleri gazetenin, kendileri geldi diye yumuşayacağına inanmış gibi davranmaları bunun kanıtı değil midir? Kendi damgalarını vuracaklarından çok emin oldukları gazeteyi yarı yolda bırakmakla onu zor duruma düşüreceklerine inandıkları da belli.


Ben, “sınırları çizilmiş” muhalefet meselesinde ısrarlıyım. Bunun dışına çıkmak  herkes için zor değil. Güven, Temelkuran, Mert (Yıldırım’ı her şeye rağmen ayrı tutuyorum) bu muhalefetin dışına çıkamazlar. Her nasılsa dile getirdikleri, Erdoğan’ı daha iyi başbakan yapmaya dönük “muhaliflikleri” fazla ileri gidemez. “Liberal muhalefet” arkadaşça bir muhalefettir çünkü.


Son tavırlarıyla kendileri de bunu kabul etmiş oluyorlar bana kalırsa. Bağışlasınlar ama abartılı dediğim o tavırları, çok çocuksudur da bir yandan. Ama asla naiflik barındıran değil, kurnazlık barındıran bir çocuksuluktur bu.


Her şeye rağmen bilgilerinden, sorunlara yaklaşımdan bir şeyler almaya hazır olan Bir Gün okurlarını hayal kırıklığına uğrattılar. Bahaneleri çok ama çok güçsüz, giderek gülünç bir bahanedir.


Yasalar gereği Kral Hüseyin’in ölümünden sonra kardeşi Prens Hasan bin Tallal geçecektir Ürdün tahtına. Yıllarca Tallal’dan bu nedenle “Veliaht Prens” diye söz edilmiştir hep. Hastalığının son günlerinde Kral Hüseyin, “Saray’ın dekorasyonlarının kötülüğünden” sorumlu tuttuğu kardeşi Tallal’ı veliahtlıktan alıp, büyük oğlu, şimdiki kral Abdullah’ı veliaht ilan etmişti.


Dünya bir hayli eğlenmişti bu duruma diye hatırlıyorum. Haklılık, bahanenin bizatihi kendisi yüzünden haklılık olarak anlaşılamayabilir. Böyledir bu durum.


Güven’in, Temelkuran’ın, Mert’in, Yılkırım’ın çıkışlarına yol açan bahaneleri de Kral Hüseyin’inkinden farklı değil.


Aldıkları tavrı çok “kral” bir tavır olarak görüşüm bundandır.