Temas ve mesafeyi iyi ayarlayan muhteşem garsonları, dinginliği tercih eden müşterileri ve özellikle günbatımında harika olan manzarasıyla Bebek Oteli’nin terası, İstanbul’un en iyi buluşma adreslerinden biri…
Bu adreste bir randevum var.
Çok hoş bir hanımla…
Türk edebiyatının yüzakı Adalet Ağaoğlu ile…
BENDEN ÖNCE ORADA
Tam sözleştiğimiz saatte oradayım.
Fakat o da ne?
Adalet Hanım gelmiş bile…
Selam kelam faslından sonra Adalet Ağaoğlu, beni gerçekten çok memnun eden bir armağan çıkarıyor poşetten.
Üç ciltlik kitap…
Ağaoğlu’nun günlükleri…
‘Damla Damla Günler’.
1969’da başlıyor günlükler, 1996’da bitiyor.
İçinde kocaman bir hayat var.
Ünlü edebiyatçılar var, Ankara var, siyasal tartışmalar var, edebiyat anıları var, tiyatro var…
Arayıp da bulunamayacak türden zengin bir kaynak.
Üst üste teşekkürler ediyorum Adalet Ağaoğlu’na…
Ama yine de yetersizlik duygusundan kurtulamıyorum.
ÖLMEYE YATMAK
Ve başlıyor muhabbet.
Romanlardan konuşuyoruz.
‘Hayır’ı konuşuyoruz, ‘Ölmeye Yatmak’ı konuşuyoruz.
‘Fikrimin İnce Gülü’nü konuşuyoruz.
Romanların sinemaya uyarlanması meselesini konuşuyoruz.
Sonra söz 12 Mart günlerine geliyor.
Orada biraz duruyoruz.
Sesler, yüzler, sokaklar geçiyor sohbetimizin ortasından.
Arada dedikodu yapıyoruz, birilerini çekiştiriyoruz, birilerini takdir ediyoruz.
Gülüyoruz, espriler yapıyoruz, eğleniyoruz.
Gün batmaya yakın daha da keyifleniyoruz.
Coşkulu ve abartılı tavırlarla akşamı kutsuyoruz.
BEBEK OTELİ’NİN TERASI
Burası Adalet Hanım’ın mekânı…
Garsonlar onu tanıyor, saygıda kusur etmiyorlar.
Yan masalardan tanıdıklar uğruyorlar bizim masaya…
İşte Güngör Uras ve eşi…
İşte ünlü işadamı Tarık Şara…
Gün batınca bu kez alt kattaki balık lokantasına geçiyoruz.
Sohbet orada da sürüyor.
Bu kez sağlık sorunlarından, gündelik hayatla ilgili detaylardan falan söz ediyoruz.
Gecenin bitiminde verdiğimiz karar şu oluyor:
Daha sık bir araya gelelim.
Bebek Oteli’nin terasının 7 hususiyeti
BİR: Çalışanları her sezon değişen yerlerden biri değil… Hepsi yıllardır burada görev yapıyor… Hepsi burada olgunlaşıyor.
İKİ: Bebek’teki çılgın kalabalığın tam ortasında olmasına rağmen o kalabalıktan kaçmak için çok uygun bir saçak altı…
ÜÇ: Eskiye dair bütün özelliklerini korumasına rağmen asla köhnelik hissi vermiyor. Yani hem tazelenmeyi başaran, hem de klasik kalabilen mekânlardan…
DÖRT: Hasan Pulur’un riyasetinde ‘Salı toplantıları’ falan yapılırmış burada… O toplantılar bitmiş ama mekân her an bu türden toplantılara ev sahipliği yapabilecek potansiyelde…
BEŞ: Müşteri seçen bir yer değil burası… Ama burayı hep kibar, gösterişten uzak, gürültüsüz kimseler tercih ediyor.
ALTI: Buranın tiryakisi olmuş martılar var… Geliyorlar, konuyorlar ve asla ürkmüyorlar.
YEDİ: Manzara, Boğaz’ın en güzel manzarası… Ama bundan da önemlisi manzara, terasın her yerinden ayrı bir güzellikte parlıyor. Yani yer kapma türü çirkin yarışlara gerek yok.
‘Çadırda tatil yapmak’ benim için muazzam bir kahramanlıktan başka bir şey değildir.
Düşünün:
Doğanın tam ortasındasın…
Elektrik sınırlı, su kısıtlı…
Etraf envai çeşit börtü böcek kaynıyor.
Sabahın ilk ışıkları incecik çadırdan acımasızca içeri giriyor.
Çadır küçük…
Duş için zorlu çabalar gerekiyor…
İtiraf ediyorum:
Ben böylesi bir kahramanlığın adamı değilim.
Olimpos’taki ağaç üstündeki ahşap evler bile bana göre değil.
ADI: PERDUE
Fethiye yakınlarında Kelebekler Vadisi’nin iki kilometre uzağında, Likya yürüyüş yolu üzerinde Faralya adlı bir köy var.
Bir çılgın girişimci köyün hemen alt kısmındaki şahane koyda benim gibi nanemollaların yararlanabilecekleri türden bir çadır kampı yapmış.
Ve adına da ‘Perdue’ demiş.
‘Perdue’, İtalyanca ‘İki kişilik’, Fransızca ‘Kayıp’ demek.
Mekâna iki anlam da uyuyor, iki anlam da yakışıyor.
ÇADIR DEYİP GEÇME
‘Çadır’ dediğime bakmayın, resmen beş yıldızlı otel konforunda.
Özellikleri şunlar:
Çadırlar ahşap bir zeminin üzerinde.
Çadırların üstü sazlarla kapatılmış.
Çadırların görünümü Vietnam köylerindeki evlerin görünümüne benziyor. (Bakınız: Hollywood’da çekilen Vietnam filmleri)
Çadırlarda klima var, telefon var, jakuzi bile var.
Sadece çadırlardan ibaret değil tabii ‘Perdue’.
Güzelim koy, hiçbir tahribata yol açmadan doğal bir şekilde düzenlenmiş.
Her köşesi ayrı güzel…
İLK MÜŞTERİ
Ben ilk müşterisi oldum buranın.
Her köşesinde kitap okudum, her köşesinin fotoğrafını çektim.
Köy kahvaltıları yaptım, bahçede yetişen meyvelerden kopardım.
O gün tutulan balık ve deniz ürünlerinden yedim.
Sonuç?
Sıfırlanarak döndüm.
Bunları yazarken en hakiki çadır tatilcilerinden, o kahramanlardan utanıyorum.
Ama ne yapayım, ben çadır tatiline ancak böyle bir yerde ‘evet’ diyebileceklerden biriyim.
(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)