CHP ve Cemaat; günahkârlıkta eşitlenmenin matematiği
Belki de bu sebeple, o fotoğrafı görünce aklıma ilk gelen köpek-insan ilişkisiydi. Köpeklerin korumakta oldukları ya da kendisine yiyecek veren insanları rahatlatan yılışık duygusallıkları vardır hani, işte o. Biri ayakta el pençe divan, diğeri karşısında oturmuş ve gözlerini ona dikmiş bakıyor.
Şimdi önümde kirli işbirliklerini tarif eden başka iki fotoğraf var.
İlki Ekrem Dumanlı ile Oktay Ekşi’nin “dayanışmasını” resmediyor.
İnsanlıktan tekaüt olmuş zat, âlicenaplık sandığı tuhaf bir kibirle, fiyakalı günlerinde kendisine ve savunduğu ideolojik yapıya tezgâh kuran adamı affediyor. Gelecek beklentilerinde ortak düşman bellediklerini birlikte hal edip, günün sonunda halleşmek var.
Ruhlarının tüm çürümüşlüğüyle, pas duygusu bırakan bir beraberlik.
Her türlü meşru alanı yok saymayı, gösterişli şaklabanlıklarla kendilerinden olmayanı tepelemeyi alışkanlık haline getiren ve farklı gibi görünen iki biçareliğin temsil ettiği arka plânın son temsili resmi bu. Bu topraklarda yaşatılan utanç verici tüm provokasyonlara, karanlık operasyonlara imza atan iki kesimin el sıkışması aynı zamanda.
Ahmet Şık gibileri bu fotoğrafa girmeyi reddederek, günahkârlıkta eşitlenmek istemedi.
İkinci fotoğraf; Can Dündar-Nazmi Ardıç; Ergenekon, Gezi ve Şike baskınlarını yapan eski emniyetçi…
Bu birlikteliğe uygun düşecek sözü siz bulun. Bende kelimeler kifayetsiz.
Ve son fotoğraf; Kemal Kılıçdaroğlu-Birgül Ayman Güler.
Biri “CHP, Cemaatle işbirliği yaptı” diyor.
Öteki ve kiralık surat kullananı “İspat etmezsen şerefsizsin” diye yanıtlıyor.
Kadınlara ağzına geleni söylüyor son günlerde. Hülya Avşar’a da geçen gün “Yalakadan sanatçı olmaz” dedi.
Mübarek şeref ve sanatçılık ekspertizi sanki.
Sonra iş üstünde yakalandığını anlayınca kerhen “Cemaat de özeleştiri vermeli” diyebildi. İzin aldı tabii. Kolay mı ihanetin kuklası olmak?
Şimdiden söylenecek bir söz daha.
Sadece aklı değil, toplumun kahir ekseriyetini yok sayarak ya da enayi yerine koyarak sergilenen bu uçucu insanlık komedisinin varacağı yer; tarihin çöplüğü.
TAHŞİYE VE YIRTIK ELDİVEN MODASI
Tüm despotlar, dışarıdan çok, kendi bünyesinden gelen eleştirilerden daha fazla rahatsız oldu ve önce içerideki muarızlarını yok etti.
Stalin’in toplama kamplarında Sovyet Komünist Partisi’nin tüm entelektüel sermayesini yok etmesi gibi. İdealleştirilmiş teorilerin peşine takılanların aklını en çok çelebilecek onlardır çünkü.
Amerika’daki malum Muhterem’in “tahşiyeci” adıyla bir araya getirmeyi hedeflediği Risale-i Nur talebelerini hedefe koymasının sebebi buydu. Onlar da “içeriden” anlatıyorlardı riyayı, karanlık odaklarla işbirliğini. Bunu dini referanslarla yapmaları ise Efendi’yi daha da çıldırtıyordu muhakkak.
Emir-komuta zinciri içinde, baştan sona videoya çekilmiş bir karanlık operasyon bu. Benim asıl merak ettiğim ahlakı ve erdemi yücelten bir dini yapının elemanlarının bu kadar alenen yapılan operasyondaki ahlaksızlığı nasıl rasyonalize ettiği? Yani, nasıl oluyor da bu rezilce tezgâhı içlerine sindirebiliyorlar?
Yanıtı yukarıda da yazdığım gibi. Haşhaşi sıfatı bu yüzden mühim.
Ama sonuçta, o suç işleyen parmaklar izlerinden tespit ediliyor. Geriye “yırtık eldiven” gibi güldürü unsurları kalıyor.
Bir de “Yırtık eldiven modası” belki.
SON SÖZ HÜKÜMETE
Artık bu yapının yurtiçinde ve yurtdışındaki lobiciliği bir sır değil. Yaptığı işbirliklerinin nereye kadar esnediği ve nasıl omurgasız olabildikleri de malumun ilânı.
Biliyoruz, Batı’da ve onların Türkiye’deki yerli kolonizatörlerinde bu hükümete karşı alınmış bir karar var.
Ama buna rağmen Batı yekpare değil.
Bu yüzden krizleri yönetebilmek adına, bakanlıklar, onlara bağlı kurumlar, sivil toplum kuruluşları, elçilikler ve temsilcilikler ne yapıyor merak ediyorum.
(Türkiye'den)