Gözaltında seccade istemiş.
Namazlarını eda etmiş.
Hem de beş vakit...
Yalansa günahı yalancıların boynuna...
Doğruysa Allah kabul etsin.
* * *
Size bir şey söyleyeyim mi?
Çevik Bir sakal bıraksa, cüppe giyse, sarıksız sokağa adım atmasa, geceleri teheccüde kalksa, pazartesi ve perşembeleri oruç tutsa...
Hiçbiri ama hiçbiri bizim açımızdan zerre kadar önem taşımaz.
Hele Çevik Bir’in kendini dine vurması ile yargılanması arasında en küçük bir bağlantı bile kurulamaz.
Çünkü Çevik Bir, şu anda “dindar olmamak” ile falan suçlanmıyor.
Suçlandığı şeyler şunlar:
Görevini kötüye kullanarak illegal yapılar kurmak, desiselerle dönemin hükümetini yıpratmak, demokratik işleyiş mekanizmalarına müdahale etmek vs.
Şöyle düşünelim:
İşbaşında aşırı laik bir hükümet olsa...
Genelkurmay başkanı da aşırı dindar olsa...
Bu aşırı dindar genelkurmay başkanı, sivil laik iktidarın yapıp ettiklerinin dine zarar verdiğini düşünüp ordu içinde illegal yapılar kursa, desiselerle laik hükümeti yıpratmaya çalışsa, demokratik işleyiş mekanizmalarına müdahale etse...
Sonuç değişmez.
O genelkurmay başkanı da, tıpkı Çevik Bir’in yargılandığı gibi yargılanır ve tıpkı Çevik Bir’in suçlandığı gibi suçlanır.
Aşırı dindar genelkurmay başkanının gözaltına alındığı anda namazı bırakmasının herhangi bir anlamı olmaz.
1996 yılında, yani 28 Şubat’tan bir yıl önce Amerika Birleşik Devletleri’nin Atina Büyükelçiliği’nde bir toplantı yapılmış.
Bu toplantıya...
- Amerikan yetkilileri...
- İsrail ajanları...
- Başta Güven Erkaya olmak üzere dönemin Genelkurmay yetkilileri...
- Medya patronları...
- İşçi ve işveren sendikalarının başkanları...
Katılmış.
Batı Çalışma Grubu, bu toplantıda kurulmuş.
Ve bu toplantıda karar alınmış:
Yeni kurulan Refah-Yol hükümeti düşürülmelidir.
Düğmeye basılmalıdır.
* * *
Kim öne sürüyor bu iddiayı?
Dönemin Refah-Yol hükümetinin Adalet Bakanı Şevket Kazan...
Kitabında yazıyor, konferanslarında söylüyor, çıktığı televizyon programlarında dile getiriyor.
Delil? Yok.
Sadece söylüyor.
Aslında Şevket Kazan, o toplantının Amerika’nın Telaviv Büyükelçiliği’nde yapıldığını söylemek ister ama o kadarının fazla “doğrudan” mesaj içereceğini ve inandırıcılığı zedeleyeceğini düşündüğü için toplantı yerini başka bir “düşman” başkente kaydırıyor.
Amacı ne peki?
Amacı şu:
“Olup bitenlerin tümü dış güçler ve yerli işbirlikçilerinin işidir” mesajı vermek.
Şevket Kazan bunu iki nedenden dolayı yapıyor:
BİR: Bütün sağcılar gibi o da dünyayı “birtakım mahfillerin oyun alanı” olarak görmek gibi bir yaklaşım tarzına sahip... Kafası böyle çalışıyor. Dünyaya böyle bakıyor. Zihni böyle işliyor.
İKİ: Olup biten her türlü kötülüğün kaynağını “dış parmak”ta aramak, insanı kendi sorumluluğuyla yüzleşmekten alıkoyar ve rahatlık verir. İşte bu rahatlığa teslim olmak istiyor.
Oysa Şevket Kazan ve onun gibi düşünenler şunu iyi bilmelidirler:
28 Şubat’ta harekete geçen güçlerin Amerika’nın Atina elçiliğinde özel bir toplantı yapmaya da, özel kararlar almaya da, birbirlerine gaz vermeye de ihtiyaçları yoktu.
Her şey gözümüzün önünde gerçekleşti:
28 Şubatçılar kendilerine toplumsal bir destek bulabildiler.
Maalesef bulabildiler.
Halkımızın bir bölümü olup bitenlerden memnundu.
Memnun olmayanlar ise isyan etmedi, “ne oluyoruz” falan diye ayağa kalkmadı, esaslı bir direniş sergilenmedi. Sincan’da yürütülen tankların üzerine kimse çıkmadı. Bugün ağızlarını doldurarak konuşanların çoğu, o günlerde gık bile diyemediler.
Tıpkı bugün olduğu gibi o gün de herkes araziye uydu.
Eğer 28 Şubatçılar, o denli pervasız, korkusuz, cüretkâr ve küstah olabildilerse, Atina’da yapıldığı iddia edilen sözde toplantı nedeniyle değil, işte bu toplumsal yapı nedeniyle olabildiler.
- Çünkü onlar hayatlarını, hepimizin sağlığı daha iyi olsun diye dirsek çürütmekle geçirmiş insanlardır.
- Çünkü onlar ancak merhamet duygusuna sahip insanlara özgü bir sabırla işlerini yapmaktadırlar.
- Çünkü onlar sağlık ve afiyet dağıtma gibi kutlu bir misyona sahiptirler.
- Çünkü onlar şifa verenin aracısıdırlar.
- Çünkü onlar vicdanlı olmak ile soğukkanlı olmak arasındaki dengeyi kurabilen insanlardır.
- Çünkü onlar hayat ile ölüm arasındaki ince çizginin farkında olmaktan kaynaklanan öğrenilmiş bir tevekkülün insanlarıdırlar.
- Çünkü onlar “insan” ile “insanlık vasfını kaybetmişler” arasında bir ayrım yapmadan herkese el uzatmakla mükellef olmak gibi zor bir görevin insanıdırlar.
Cemal Süreya bir şiirinde şöyle der:
“Belki de biraz geç rastladım sana / Ama her şey geç gelmiyor mu yurdumuza / 1929 buhranı bile geç gelmemiş miydi / Eksikliğe mi alışmışız mutsuzluğa mı yoksa”.
Bir zamanlar yurdumuza her şey geç biraz gelirdi.
Şimdi de CHP’ye geç geliyor.
* * *
CHP, darbelere karşı bir “demokrasi paketi” açıklamış.
Paketin amacı “darbecilerin yaslandığı hukuki zemini ortadan kaldırmak” imiş...
Kemal Kılıçdaroğlu, “bir daha darbeler olmasın” diyen herkesi bu paketi desteğe çağırmış.
Güzel. Harika. Enfes.
Ama biraz geç değil mi?
Kenan Evren’lerin, Çevik Bir’lerin yargılanmasının henüz başlamadığı bir süreçte bu paketle ortaya çıkılsaydı ön alınmış olmaz mıydı?
Şimdi harika bir iş yapılıyor olsa bile “iktidarın arkasından gelme” ya da “iktidarın peşine takılma” durumu söz konusu değil mi?
- Bir parçası 60’ların “zehir hafiye” lakaplı içişleri bakanı Faruk Sükan’a aittir.
- Bir parçası 70’lerin kötü espri yapmayı marifet bilen Milliyetçi Cephe hükümetine mensup bakanlara aittir.
- Bir parçası tıpkı Kemal Unakıtan gibi “hükümete duyulan öfkenin paratoneri olma” işlevine aittir.
- Bir parçası her sözü ve her hareketiyle olay olan “skandallar kralı” diyebileceğimiz meşrebe aittir.
- Bir parçası ise kıvamı bayağı kaçmış bir sevimliliğe doğru yol alan hoyrat çocuksuluğa aittir.
BİR: Eskiden “ben dini konulardan hiç anlamam” denilerek karizma yapılırdı, şimdi “dini konulara hâkimiyet” ile karizma yapılıyor.
İKİ: Eskiden “ben hiç dizi izlemem” denilerek karizma yapılırdı, şimdi “ben sadece falanca diziyi izliyorum” diyerek karizma yapılıyor.
ÜÇ: Eskiden hiç karizmatik bir tutum olarak değerlendirilmezdi ama artık sinemaya tek başına gitmek çok karizma...
DÖRT: Eskiden “AK Partilileri hiç tanımıyorum” demek bir karizma katardı. Şimdi ise “Tayyip Erdoğan’la ailecek görüşürüz” demek karizma katıyor.
BEŞ: Eskiden “badem bıyık” için “karizmanın baş düşmanı” denirdi. Şimdi “badem bıyık” fena halde karizmatik bulunuyor.
ALTI: Eskiden agresif olmak, başlı başına bir karizma nedeni sayılırdı. Şimdi ise pro-aktif olmak başlı başına bir karizma nedeni...
YEDİ: Eskiden “general, amiral” falan çok karizmatik unvanlardandı. Şimdi ise “özel yetkili savcı, terörle mücadele müdürü” çok karizmatik unvan...
(Hürriyet)