Çevik Bir, 28 Şubat’ta beni “Milliyet”ten attırmak istemişti...
Gazetecilerin “andıçlanıp”, üzerlerine çarpı konduğu dönemin “istenmeyen basın mensuplarından” biri de bendim…
Aydın Doğan’a “istenmeyen 7 gazetecinin” ismini veren Çevik Bir, “Milliyet”ten benimle beraber, Umur Talu, Yalçın Doğan, Derya Sazak, Şahin Alpay, Taha Akyol’un atılmasını talep ediyordu…
Askerlerin art arda “irtica brifingleri” düzenlediği; gazetecilerle alabildiğine militarist Güneydoğu seferleri yaptıkları dönemdi...
Arşivlerdeki eski fotoğraflara bakın…
Bugünün en hızlı asker karşıtı, en ateşli “demokratı” geçinen çok sayıda köşe yazarının, o askeri helikopterlerin yamacında, başlarına asker kasketleri geçirilmiş gezi fotoğraflarını bulacaksınız…
O zamanki anlayış çünkü bu gezileri, “önemli gazeteci olmanın nişanesi” sayardı…
O toplu fotoğraf içinde yer alınmazsa, kamuoyu tarafından “kale alınmayan gazeteci liginde” görülmekten çekinilirdi…
Asker tarafından akreditasyonu yapılmayan İslamcı yayın organlarındaki bazı gazeteciler bile, hatırlayacak olursanız, Genelkurmay’ın davetlerinde yer almadıkları için sürekli hayıflanıp, yakınırlardı…
Hem askerden şikâyetçi olup… hem asker tarafından itibar görmemekten yakınmak sendromunu ben hiçbir zaman anlayamadım..
Her neyse… 28 Şubat döneminin militarist propaganda davetlerine bu yüzden işte ben hiç katılmazdım…
Hissettiğim duygu: ‘Boşluk’
Yetmezmiş gibi bir de demokratikleşme, sivilleşme, insan hakları ve Kürt sorununun siyasi çözümü üzerinde yazılar yazan, bu konularda röportajlara bolca yer veren bir gazeteciydim. 28 Şubat’a karşıydım…
Hal böyle olunca Çevik Bir, “Nedir bu karın ağrısı gazeteci böyle?” diye düşünmüş olacak ki Aydın Doğan’a ismimi vermiş.
Doğan, şipşak hemen şutlamadı bizi…
Listede yer alan dört gazeteci -Umur Talu, Yalçın Doğan, Şahin Alpay ve ben- bir başka 28 Şubat baharında, 2001 yılının “28 Şubat” ında işten atıldık...
Ben kendi adıma, “Milliyet”ten kovulmamanın arkasında hep bu “Çevik Bir olayının” uzun gölgesi olduğunu düşünmüşümdür…
Patron tarafından bir kez böyle “sorun kaynağı gazeteci” olarak işaretlendiğinizde çünkü; “sakıncalı” ve kolay feda edilebilir bir isme dönüşüyorunuz. Gel zaman git zaman şimdi keser döner, sap döner, hesap döner misali…
Çevik Bir gözaltına alınıyor…
Bir’e ilişkin haberleri gördüğümde ben ne hissediyorum?
Koskoca bir “boşluk” ve bir “hiç”. Yüreğime sadece ağırlık çöküyor.
Ülke olarak yitirdiğimiz yıllara acıyorum.
Bir’i gözaltına alan irade; 28 Şubat’ta “istenmeyen gazetecileri” ana akım medyadan silen/attıran/attırmak için tam gaz bastıran iradeden zerre kadar farklı değil çünkü...
Dün bizler gittik…
Bugün Ece Temelkuran, Nuray Mert, Cüneyt Ülsever, Özdemir İnce, Rahmi Turan’lar gidiyor.
Denge-fren olmayınca
Bekir Coşkun, Emin Çölaşan, Necati Doğru, Oktay Ekşi, Türker Alkan… ana akım medyada hep köşelerini yitirdi.
Demem o ki… bugün liste çok daha kabarık ve kalabalık.
“En çok gazeteci hapseden ülke rekorunu” kimseye kaptırmamak da cabası...
Artık dünya basını uluorta “Erdoğan Türkiyesi’nin gaddarlığı!” üzerinden manşetler atıyor.
Daha on beş gün önce “Financial Times”ta böyle bir yazı çıktı.
Yazı; “yürütme üzerindeki tüm denge-fren mekanizmaları kalktı” diyordu.
“AB müzakereleri ile ordu, Türkiye’de yürütmeyi frenleyen denge unsurlarıydı” diyerek arkadan şu ilaveyi yapıyordu:
“AB müzakerelerinin felç olması ve askerin devre dışına çıkarılmasıyla, hükümeti denetime tabi tutan tüm dengeler iflas etti… Bu iflasla hoşgörü azaldı ve yargı siyasallaştı. Türkiye’nin AİHM’deki davaları, Rusya’yı aştı. Hapisteki gazeteci sayısı İran (42) ve Çin’dekilerin (27) toplamını arkada bıraktı…”
“Demokrasi” adına, “askeri darbeleri” yargılayan bir ülke portresi bu olabilir mi?
Hadi canım sen de.
(Cumhuriyet)