Programı açarken “olası nedenler” üzerinde durdum ve şu üç nedeni saydım:
BİR: Ergenekon, Balyoz gibi davalarda ortaya çıkan şikâyetleri ve hak ihlali yakınmalarını gidermek...
İKİ: KCK tutuklamalarının kapsamının olağanüstü genişlemesini durdurmak...
ÜÇ: Özel Yetkili Mahkemeler’in hükümeti de tehdit eder hale gelmesinin önüne geçmek.
Tarafsız Bölge’ye katılan konuklar, bu üç nedene başka nedenler de ekleyerek katıldılar tartışmaya...
Zihin açıcı vurgular yaptılar.
* * *
Biz Tarafsız Bölge’de konuyu tartışırken Başbakan Erdoğan da bir başka kanalda gazetecilerin sorularına cevaplıyordu.
O programda konu bir ara “Özel Yetkili Mahkemeler” meselesine gelmiş.
Tarafsız Bölge Program Koordinatörü Mine Özbek, canlı yayında kulağımdaki cihaz aracılığıyla Başbakan’ın açıklamalarını aktardı. Başbakan’ın cümleleri şunlardı:
- MİT olayında çizmeyi iyice aşan bir adım attılar.
- Bana bağlı olan müsteşarımı alırsanız ben durmam, alacaksanız beni alın.
- Haddinden fazla yetkileri var. Bu durum devlet içinde devlet anlayışını doğuruyor.
- Cumhurbaşkanı dâhil herkesi buraya çağırırım anlayışını doğuruyor.
Başbakan’ın bu açıklamaları Tarafsız Bölge’de yaptığımız tartışmayı bitirecek netlikteydi.
Çünkü Başbakan, bu açıklamalarıyla “Diğer nedenleri bir tarafa bırakın. Mesele bu mahkemelerin hükümeti bile tehdit edecek noktaya gelmesidir. Devlet içinde devlet olmaya çalışmasıdır. Bunun önüne geçeceğiz. Asıl neden budur” demek istiyordu.
* * *
Özel Yetkili Mahkemeler” ile “hükümet” arasındaki çekişmenin bir tarihi var.
Duraklar şunlar:
- ŞİKE DAVASI: Hükümet “Şike”de cezaların düşürülmesini sağlamaya çalışırken Özel Yetkili Mahkemeler buna karşı hamleler yaptı.
- MİT KRİZİ: Özel Yetkili Mahkemeler, Başbakan tarafından görevlendirilen MİT yetkililerini soruşturmak istedi.
- BAŞBUĞ OLAYI: Hükümet Başbuğ’un “Yüce Divan”da yargılanması gerektiği görüşüne yakınken Özel Yetkili Mahkemeler Başbuğ’u tutuklamayı tercih etti.
Başbakan Erdoğan, bu üç olayı da kendi egemenlik alanına açık bir saldırı olarak gördü.
Yapılacak düzenlemeyle, bu saldırının dayanaklarını ortadan kaldırmaya çalışıyor.
Olay budur.
* * *
Peki ya “Cemaat”?
O bu işin neresinde...
Şurasında:
Açılıyor “Cemaat Medyası”nın yayın organları...
Ve şu görülüyor:
Ne zaman “hükümet” ile “Özel Yetkili Mahkemeler” karşı karşıya gelse...
“Cemaat Medyası”, her defasında Özel Yetkili Mahkemeler’i canhıraş bir şekilde savunuyor ve hükümeti de kıyasıya eleştiriyor.
“Cemaat”in işin içine girmesinin tek somut ve elle tutulur kanıtı bu...
Eğer bunu “yeterli kanıt” olarak görüyorsak olaya “Cemaat–hükümet kapışmasında son raunt” diyebiliriz.
- SORU: Özel Yetkili Mahkemeler ile “Cemaat” arasında bağ kuran yaklaşımlar var. Bu konudaki görüşünüz nedir? Sizce de Özel Yetkili Mahkemeler’in arkasında “Cemaat” motivasyonu mu var?
- SORU: AK Parti İstanbul İl Kongresi’nde “tek adam” portresi çizdiniz. Bu konudaki eleştirilere ne diyorsunuz?
- SORU: “Tasmalı gazeteciler” nitelemesi, biraz ağır kaçmadı mı? Neden böyle bir ifade kullandınız? Kimleri kastettiniz?
- SORU: “Her kürtaj bir Uludere’dir” dediniz, çok eleştirildiniz. Kürtaj ile Uludere katliamını bir arada zikretmenizin Kürtlerde yaralanmaya yol açtığı söyleniyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
- SORU: İçişleri Bakanınız İdris Naim Şahin ile parti sözcünüz Hüseyin Çelik arasında Uludere konusunda derin bir görüş ayrılığı ortaya çıktı. Siz hangisinden yanasınız? Hüseyin Çelik’ten mi, İdris Naim Şahin’den mi?
- SORU: 12 Eylül’de bile hava iş kolunda grev yasaklanmamıştı... Sizin döneminizde yasaklandı. Bu konudaki görüşünüz nedir?
- SORU: Kürtaj yasağının “ehil olmayan kişiler tarafından uygun olmayan koşullarda kürtaj yapılması” sorununa yol açacağı, bunun da kadın ölümlerini arttıracağı söyleniyor. Bu konuda bir görüşünüz var mı?
- SORU: Kemalist sistem, toplumu dizayn etmeye pek hevesliydi. Nasıl giyinileceğine, nasıl inanılacağına, nasıl yaşanacağına karışıyor, müdahale ediyordu. Son zamanlardaki çıkışlarınızla sizin de benzeri bir heves içine girdiğiniz söyleniyor. Bu konudaki yorumunuz nedir?
“PARTİLİ Cumhurbaşkanı” konusunda sivri fikirlerim var benim.
Takdim ediyorum:
- Abdullah Gül için “partisiz Cumhurbaşkanı” diyebiliyor muyuz?
- Abdullah Gül “Partili olmak isteyen ama yasalar izin vermediği için partisizmiş gibi yapan” bir Cumhurbaşkanı değil mi?
- Kâğıt üzerinde “Partisiz Cumhurbaşkanı” diye gözüküp gerçekte bal gibi de “partili” olan cumhurbaşkanlarındansa “ben partiliyim arkadaş” diyen bir cumhurbaşkanı tercihe şayan değil midir?
- Abdullah Gül bile “partisiz” olmayı başaramadı ise, Tayyip Erdoğan mı “partisiz” olmayı başaracak?
- Hayatları boyunca “partili” olmuş kişilerden, Köşk’e çıkar çıkmaz “partisiz” olmalarını beklemek “hayatın olağan akışı”na ters değil mi?
- İLK defa risk aldınız.
- İlk defa ön aldınız.
- İlk defa liderlik yaptınız.
- İlk defa belirlenen gündemin peşinden koşmak yerine gündemi belirlediniz.
- İlk defa bir sorunun çözümü için işbirliği arayan siyasetçi konumuna yükseldiniz.
- İlk defa tabanınızdan gelebilecek eleştirileri göğüslemeyi göze aldınız.
- İlk defa eleştirmekle yetinmeyip nasıl yapılacağına dair bir somut bir adım attınız.
- İlk defa Kürt sorunu konusunu BDP ile AK Parti’nin inisiyatifine terk etmeye razı olmadığınızı gösterdiniz.
- İlk defa Kürt sorununda “bekleyelim, hata yapsınlar, belki bize de parsadan pay düşer” demediniz.
- İlk defa iktidarın alacağı riske ortak oldunuz.
- İlk defa elinizdeki çözüm önerisiyle iktidarın kapısını çaldınız.
- İlk defa ezber bozdunuz.
- İlk defa hem oradan, hem buradan takdir topladınız.
AHMET Altan son günlerde Başbakan Erdoğan’ı kıyasıya eleştiren yazılar yazıyor. Ağır yazılar...
Bu nedenle son günlerde hedefte...
Yanlış anlaşılmasın!
Başbakan’ın hedefinde değil.
Kimin hedefinde?
“Gönüllü Başbakanlık Sözcüleri”nin hedefinde...
* * *
“Gönüllü Başbakanlık Sözcüleri”nin şöyle bir misyonu var:
Başbakan’ı eleştirenlerini eleştirmek...
Kendilerine “Başbakan’ı eleştiren yazarları eleştiren yazarlar” diyebiliriz.
Ortak özellikleri ise şu:
Başbakan’a yönelik eleştirilere, Başbakan’dan bile daha çok öfke duymak...
MODERN Karacaoğlan idi: Musa Eroğlu’nun bestelediği “Mihriban” şiirinin gücü bile bunu kanıtlar.
İslami kesimin marşı olan “Hak Yol İslam Yazacağız” şiiri de ona aittir.
“Vur Emri” adlı kitabı, benim orta mektep yıllarımda epey popülerdi.
Ülkücü idi ama hilalci kanattan... Son döneminde Vakit’te yazmaya başladı. Kötü şeyler yazdı. Benim hakkımda da kötü şeyler yazdı. Hakaret etmeler, lakap takmalar falan...
Bütün bunlar onun “büyük şair” olduğu gerçeğini değiştirmez.
Abdürrahim Karakoç’a Allah’tan rahmet diliyorum.
KCK operasyonlarına bakalım: Parti binaları tamam...
Yerel yönetimler tamam...
Avukatlar tamam...
Basın büroları ve gazeteler tamam... Ve en sonunda sıra gelmiş doktorlar ve tıp öğrencilerine...
Sanırım KCK operasyonlarını tertipleyenlerin elinde “iş kolları” çizelgesi var.
Sırayla gidiyorlar. Bakalım sırada hangi iş kolu var?
(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)