Aklımdan Sultanahmet Camisi çıkmıyor.
Son derece dindar ve mütevazı bir insan olan Sultan I. Ahmet’e önce Cağaloğlu semti teklif edildi fakat vazgeçildi. Yoğun bir meskûn mahal olduğu için inşaat çevresindeki insanları rahatsız etmesin diye...
Sonra, bugünkü yeri uygun bulundu, kısmi istimlakler yapıldı. Fakat bu defa da Şeyhülislam Sunullah Efendi itiraz etti, “devlet parasıyla yapmayın” diye, çünkü cami yapmak bir hayır işidir. Bu şart yerine getirildi ve inşaata başlandı.
Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’nın şaheseri olan bu cami, kocaman bir ibadethane değildir, ruhaniyeti ve mimari kişiliği olan bir selâtin camisidir.
Selâtin, yani ‘sultanlar’ın yaptırdığı cami; sembolizmi çok yüksektir, mükemmel olmalıdır. Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa, bir tasavvuf ehlidir, sedef sanatçısıdır, aynı zamanda musikişinastır. Selatin camilerinin ihtişamla birlikte estetiğe sahip olması, Osmanlı yüksek sınıflarının sahip olduğu rafine kültürün yansımasıdır.
Sultanahmet Camisi’nin 6 minareli olması o zaman çok eleştirilmiş... Neden?! Mekke-i Mükerreme’deki caminin de 6 minaresi vardı da ondan!
Padişahın 6 minare yaptırması, “kibir” hatta “küstahlık” alameti sayılmıştı. Bunun üzerine Sultan Ahmet Han, Mekke’de bir minare yaptırarak sayısını 7’ye çıkarmıştı.
Rafine Osmanlı yüksek kültüründeki estetik, ihtişam ve tevazu değerleri böyle mimari harikası camiler inşa ederek taşa ruh ve güzellik vermiştir.
Şimdi Çamlıca’ya nasıl bir cami düşünülüyor?
Kahramanmaraş’ta Abdülhamid Han Camisi’ni yapan ama Sultan Hamid’in mütevazı Yıldız Camisi’ndeki estetiği yakalayamayan mimar Hacı Mehmet Güner, Çamlıca’da yapmak istediği camiyi bakın nasıl anlatıyor:
“Ecdadın yaptığından da geniş kubbe kullanacağız. Minareleri, yapılmışlar içinde en yüksek olacak, kubbe ölçüleri en geniş olacak. 150 metreyle Medine-i Münevvere’nin minarelerini geçiyor inşallah!”
Sultan Ahmed’in 6 minare yaptırmasını “kibir” ve “küstahlık” sayan maneviyat ahlakı, bu laflara ne derdi?!
Hadi biz kültürümüzdeki hikmetli bir uyarıyı hatırlatmakla yetinelim:
- Edeb Ya-Hû!
Bilene, az söz değildir bu!
Elinde bilgisayar, teknolojinin en ileri imkanları, iş makineleri, çimento ve bilmem kaç bin ton demir... Ve sen Sinan’ı, Mehmet Ağa’yı, Davut Ağa’yı, Kasım Ağa’yı geçeceksin!
Öyle “en büyük, en geniş, en uzun” camiyi yapacaksın ki, İstanbul deyince Sinan’lar, Mehmet Ağa’lar, Davut Ağa’lar gölgede kalacak! Sen üste çıkacaksın!
Çamlıca gibi nadir bir tepede böyle “dev gibi bir cami binası” ortaya çıkmasına meydan verilmemelidir, dua değil beddua çeker! Bundan sakınılmalıdır.
Ataşehir’de Mimar Sinan Camisi’nin yapılmasını ve ramazanın ilk günü muazzam bir katılımla ibadete açılmasını ruhani bir huzur duygusuyla karşıladım. Çevrede böyle bir camiye ihtiyaç vardı... Adının Sinan olması saygı ve kadirşinaslık işaretiydi... Dahası “en büyük, en uzun” falan gibi kibirlerden uzaktı.
Bu caminin mimarı Muharrem Hilmi Şenalp’in yaptığı camileri, kasırları ve “Türk mahallesi” gibi eserleri işten anlayanlar başarılı buluyor. Mimari tarihi hakkındaki bilgisi ve musikişinas olması da ‘sanatkâr ruhu’na sahip olduğunu düşündürüyor. Çamlıca konusunda esip gürlemiyor, mimari diliyle konuşuyor...
Çamlıca’ya cami yapma konusu çok iyi müzakere edilmelidir. “Dev gibi” değil, zarif, sevimli bir cami düşünülmeli, kararı mimari dünyasının saygın isimleri vermelidir. Herhalde İstanbul’un siluetinde selatin camileri kalmalıdır...(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)