Çakma din!



Üç büyük (?) İstanbul takımından birinin taraftarları, "Bu mıntıkada sadece bizim takımın şampiyonluğunu kutlarız" gerekçesiyle semtin kalabalık güzergâhlarında nöbet tutmuşlar; kendilerine "Dağılsanız iyi olur, niçin toplandınız?" diye sual eden güvenlik görevlilerine de, "Size ne yahu, biz kendi takımımızın kazandığı dördüncülüğü kutluyoruz" diye mizah yükü yüksek bir cevap vermişler. Haberin fotoğrafı da var. Polis hadiseye dikkat kesilip tedbir almış, buna rağmen tatsızlıklar çıkmış.


Faydası olmayacağını bile bile haberi mümkün olduğu kadar tarafsız bir dille özetlemeye çalışıyorum; öyle yapmaya mecburum çünkü taraftar davranışları ve psikolojisi ülkemizde artık ciddiyetle gözlemlenmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken endişe verici, hatta tehlikeli bir seviyeyi işaret ediyor. Sair zamanlarda mâkul, soğukkanlı, insaflı, hatta tarafsız görünen nice insan, takım meselesi araya girince asabîleşiyor, umulmadık tepkiler gösteriyor; kırıcı, saldırgan olabiliyor. Yazar arkadaşım Mehmet Kamış'ın geçen Cumartesi bu sayfada kaleme aldığı, "Futbol bir din ya da kimlik midir?" başlıklı yazısındaki, "Çok eskilerden beri tanıdığımız, dindar bir kimliğe sahip insanlar olarak bildiğimiz dostların bile ağza alınmayacak tepkiler göstermesini anlamak hakikaten çok zor." satırlarının aslında ne anlama geldiğini çok iyi biliyorum. Biraz da bu yüzden futbol benim için bütün cazibesini kaybetti, bir nefret, bir ürperiş nesnesi olmaya başladı.


Futbol iyi insanları değiştiriyor, bozuyor, kendine yabancılaştırıyor; kötülerin niteliklerini sivriltiyor. Ünlü Şeytan (Exorcist, 1973) filmindeki kız çocuğuna (Linda Blair) musallat olan kötülüğün bu masum yavrucağı dönüştürmesine benzeyen menfî bir tesir yapıyor. Artık kesinlikle bir eğlence, bir spor, bir dostluk ve kardeşlik vesilesi olmaktan çıktı, insanları bölük bölük ayırıyor, renklerine boyuyor, davranışlarını bozuyor ve en önemlisi hakikat duygusunu baskı altına alıyor.


Cumartesi günü maçtan saatler önce bir ulaştırma görevlisiyle sohbet ettim; öfke yüklüydü ve olup biteni kendi mantığı içinde çok inandırıcı bir şekilde savunuyor ve çok ilginçtir doğrudan hükümeti suçluyordu. Büyük bir inanç ve heyecanla dile getirdiği görüşlerini şöyle bir finalle noktaladığında ürperdim desem yeridir;


-Artık kendi partimizi kurmaktan başka çare kalmadı; herkes bize düşman; o zaman görürler dünyanın kaç bucak olduğunu!


Futbol düne kadar sporla ilgili bir kavramdı; sosyolojik boyutları vardı, bugün ise ancak "Din psikolojisi"nin temel kavramlarıyla ölçülebilir bir fenomen haline gelmiştir Türkiye'de. Herkes aynaya bakıp taraftarlık derecesini sorgulasın, "Takımımın renkleri, doğruları algılamamı engelleyebilir mi?" sualini sorsun, kendini sigaya çeksin. Psikologlar, taraftar davranışının niçin çok garip bir surette "kesin inançlı" çizgisine doğru kaymakta olduğunu dert edinmeliler. Bunlar sağlık alâmeti değil, resmen maraz! Hüsran ve sevincin algılanmasında niçin bu ölçüde yaygın hazımsızlık yaşandığının sebeplerine inelim. "Birkaç kendini bilmezin edepsizliği, büyük ve şerefli camialara mal edilemez" safsatasına artık güvenmeyelim. Birkaç edepsizin yaptığı, o câmianın sessiz ve mâkul çoğunluğu tarafından bir şekilde onaylanıyor, hatta gizli bir keyiflenme hissine yol açıyorsa -ki öyle oluyor- meseleyi ciddiye almanın zamanı gelmiş demektir.


Öyle bir iklim ki, herkes bir şekilde mağdur edildiğine, hakkının yenildiğine, aleyhinde komplo düzenlendiğine inandırılmış; güven uyandırıcı ara kurumlar imha edilip itibarsızlaştırılmış. Her camia, her kulüp kendi doğrularına secde ediyor; herkes suçluyu (yani münkiri) biliyor ve kendini en sâlih amel ve doğru yol üzre görüyor. Böyle kavramlar üzerinde titizlik gösteren bazı okuyucularım alınmasınlar; olguyu izah edebilecek başkaca bir terimler sözlüğü yok. Özellikle hassasiyetlerin tavana vurduğu şu günlerde nevri dönmüş tepkilere muhatap olmamak için tâze örnekler vermiyorum; ümid ederim ki, söylediklerimi doğru anlayabilecek olanlar Cumartesi gecesi yaşanan olayların vehâmetini takdir ediyorlardır.


Yani inşallah!

(Zaman gazetesinden alınmıştır)