“Çocukluğumdan bu yana aklımda yer eden ve hiç değişmeyen bir ‘Büyükada kartpostalı’ var:
Heybeli tepeleri ardında batan güneş...
Kulübün bahçesi ya da terasından bakışlarımı Heybeli yönünde ufka çevirdiğimde; bazen ‘zaman’ duygusunu yitirebiliyorum…
Yıllar yıllar önce defalarca yaşadığım günbatımlarının anısını; ışık hızıyla geçmişe yapılan sersemletici bir yolculuk gibi; her seferinde sil baştan yaşayabiliyorum..
İlkgençlik yıllarım ve çocukluğumun atmosferinden, belleğimde sabitleyebildiğim tek ‘Büyükada karesi’ bu…
Bu ‘tek kare’ bile, öyle benzersiz ve öylesine efsunlu ki; adaya her yıl dönmem için hâlâ başlı başına yeterli bir neden olabiliyor…”
Bundan yalnız üç yıl önce yazdığım bir Büyükada yazısına, işte bu satırlarla başlamışım…
Geçende aynı yere baktığımda o karenin dahi artık olmadığını gördüm. Çünkü Heybeli’den gözün yeniden Büyükada’ya döndüğü hizadaki Seferoğlu’na tam insanın suratına şamar gibi inen heyula gibi bir site yapmışlar!
Kat kat yükselen itici yapı, yanında beton istifi başka yapılar ve sürekli bu yöne inşaat malzemesi, hafriyat taşıyan gemiler filan derken… Büyükada’nın şiirsel ön cephesini kazıyıp taşlaştırmışlar…
Öyle ki insan artık o tarafa özellikle bakmak istemiyor. Ancak deniz otobüsü iskelesinden adaya her yanaşışınızda, karşısınıza çıkan ilk manzara; geçen yıllarda yapılan ve 3-4 dairesi hariç, tamamen içi boş kalan hayalet “Lido Terrace” binası ile kıyıyı betonlaştıran bu çirkin site şeridi oluyor.
Büyükada’nın geçmişiyle aramda bağı kuran bu “son” kareyi de yitirince; adanın artık “ada”lıktan çıktığına karar verdim…
İzmit’ten bile sefer var
Dile kolay…
Eskiden şehir bağlantısını yalnız Kabataş-Bostancı üzerinden tesis eden adaya her saat başı bugün düzineyle vapur; Avcılar, Büyükçekmece, Eminönü, Kartal, Maltape ve Istanbul dışından… Kocaeli-İzmit; Marmara Ereğlisi’nden yolcu taşıyor.
Mihran Azaryan isimli sanatkâr bir Ermeni mimarın elinden çıkan 100 senelik zarif ada iskelesinin yanına geçen yıl bu yoğun yolcu trafiğini sürdürebilmek için uyduruktan bir yeni “Mavi Marmara” iskelesi eklediler…
Boydan boya şimdi bu üç iskelenin bulunduğu Atatürk Meydanı’na bakan alana; her sabah bitişik düzen en az 10 motor yanaşıyor. İskeleye bağlanabilmek için yer bulamayan gemiler de ayrıca açıkta bekliyorlar…
Bir vakitler yalnız martı sesleriyle güne başladığımız adada, aynı anda hareket ettiklerinde uçak gibi gürültü çıkaran bu müthiş deniz filosu ve vapur saatlerini ilan eden görevlilerin meydan boyunca yankılanan anonsları ile uyanıyoruz…
Denizden “taarruz” halinde boşalan günübirlikçi “ziyaretçiler” iskeleden Saat Meydanı’na dek uzanan alanı hızla işgal altına alıyorlar. Ve kızgın güneş altında -hiç abartısız!- “iki saat süren” bir fayton kuyruğu oluşturuyorlar…
Peçe + çarşaf + Ipad…
Dükkânların ortasından yılan gibi kıvrıla kıvrıla uzanarak genişleyen kuyrukta tesettürün pardösülü olan en koyu muhafazakâr türünden, dar blucinlisine dek değişen varyasyonlarıyla, “kara çarşaf”ın Ortadoğu’daki tüm çeşitlerini sergileyen örneklemeler öne çıkıyor.
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelen kadınların hepsi, kara çarşafa ilaveten peçe de takıyorlar. Ancak ellerinden modern iletişim teknolojisi harikası Ipad eksik olmuyor…
Yerli çarşaflılarımıza göre -ki belediyelerden adalara özel gezi düzenleyen motorlarla onlar da gruplar halinde düzenli geliyorlar- bu yeni “peçe-çarşaf-Ipad” kuşağı Arap kadınları, nispeten biraz daha dünyalı görünüm arz ediyorlar…
Motorlardan inen profil bu olunca; çarşı fizyonomisi de bu profile göre değişiyor…
Mezeciler kapanırken, yerlerine hediyelik eşya dükkânları açılıyor…
Balıkçı, biracı, midyecilerin yerinde sokaklara ağır kokular yayan kebapçı ve lahmacuncular açılıyor…
Büyük market zincirlerinin rekabetine dayanamayan eski emektar esnaf ve bakkal dükkânları bir bir kepenk indiriyor.
Bu yetmezmiş gibi marketlerin mal indirip bindirme trafiğine yer açmak için, çarşı içindeki asırlık çınarlar da kesiliyor…
İşportacılar çoğalıyor...
Dondurmacılar bile giderek.. kaldırım üzerine kurulan derme çatma tezgâhlara taşınıyorlar…
‘Kahkahaların yükseldiği evler boş’
Hal böyle olunca…
Adanın eski sakinleri, “ada” olmaktan çıkan bu cenneti terk ediyor…
Yaz başından beri her yerde devamlı duyduğum bu dedikoduyu sonunda çarşı içindeki emlakçi İsmet Sert’le konuştum. Doğma büyüme adalı olan İsmet Hanım; “Evet, duyumlarınız doğru!” dedi: “Ben kendim yukarıda, tepede oturuyorum. Yüksekten aşağı doğru baktığımda, eskiden balkonlarından kahkahalar yükselen evlerin bir ölü sessizliğine büründüğünü görüyorum. Adanın eski sakinleri, kendilerine göre artık bir yaşam alanı kalmadığından mülklerini elden çıkarıyor. Adaya bundan böyle yeni bir müşteri kitlesi geliyor. Ve para el değiştiriyor.”
Bu tarihi kabuk değişimi, geçmişte Türkiye’nin tüm can alıcı dönüşüm-değişim-savrulma anlarında olduğu gibi Büyükada’da damardan hissediliyor.
(Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır)