Büyük Türkiye'nin doğum sancıları

Rahmetli büyükannem babamı tarlada çalışırken doğurduğunu anlatırdı.

Düşünün, doğumun son zamanları ve rahmetli hâlâ tarlada çalışıyor hem de yalnız bir halde.

Doğum başlıyor, etrafta kimseler yok. Büyükannem babamı doğuruyor. Bebeğin göbeği bir taşla kesiliyor ve kucaklanıp evin yolu tutuluyor.

Gittikçe azalsa da ülkemizin taşrasında hâlâ bu şekilde doğum yapan kadınlarımız var.

Bir kadının bir çocuk sahibi olmaya karar vermesi aslında hayati bir karar.

Kadınlar ancak ölümü göze alarak çocuk sahibi olmaya karar veriyorlar.

Çünkü doğum denilen hadise son derece riskli bir olay.

Aynı şekilde verdiği ıstırap sebebiyle katlanılacak bir durum değil. Fakat analık duygusu bütün acıları, hatta ölüm korkusunu dahi geri plana atıyor.

Ve tabii ki her doğum aynı zamanda bir mucizedir.

Doktorların söylediğine göre bir bebeğin normal şartlarda sağlıklı olarak doğma ihtimali çok zayıf. Ama normal doğumlar yüzde yüze yakın bir oranda sağlıklı doğum oluyor. Bu yüzden doğuma mucize gözüyle bakılıyor.
Annelerin acıdan kaçıp normal doğum yerine sezaryen tercihi de bir vakıa. Ancak bu yol çok mecbur kalınmadıkça tercih edilmemeli. Zira modern tıbba göre de biraz acı ve ıstıraplı olsa da normal doğumun yerini hiçbir metot tutmuyor!

Nüfusun kontrolü

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın üç-beş çocuk yapın çağrısı ciddi bir nüfus analizine dayanıyor olmalı.

Değilse durumun "Siz çoğalın, ben de size başbakan, başkan olayım" anlamının ötesine geçmez!

Ülkeler elbette nüfuslarını kontrol etmek istiyorlar.

Çünkü kontrolsüz nüfusun azalmasının da, artmasının da ciddi etkileri oluyor o ülkeye.

Nüfus azalmaya başlayınca kadın-erkek oranında dengesizlikler ortaya çıkıyor, nüfus dinamizmi kaybediliyor, yaşlı nüfus artıyor işgücü azalıyor, emekli sayısı artıyor, milli gelir azalıyor...

Nüfusun kontrolsüz artışı da birçok sorunu beraberinde getirir. Ama eğer ülkeler ekonomik ve sosyal yönden kendilerine güveniyorlarsa nüfuslarının çoğalmasını azalmasına tercih ediyorlar.

Ülkelerin üzerinde nüfus oyunları emperyal düşünen devletlerin oyunlarından biridir. Öyle komplo teorisi diye küçümsenebilecek bir durum değil nüfus oyunu.

Dolayısıyla gelecek kaygısı ile mesela Avrupa'nın Türkiye'de nüfusu kontrol etmek istemesi kendileri açısından gayet normal.

Çünkü Türkiye AB'ye bu nüfusla girince Avrupa Parlamentosu'nda en çok milletvekiline sahip olan ülkelerden olacak!

Ya da Hristiyanlar'ın Müslümanlar'ın nüfusunu kontrol etme girişimlerinden de söz edilebilir.
Ülkeler nüfus üzerine gizli kapaklı şöyle planlar yaparlar:

2025 yılında ülke nüfusunda Türkler şu kadar Kürtler bu kadar olacak ya da Rusya'da Müslümanlar şu kadar, Ruslar bu kadar olacak. Avrupa Birliği'nde 2050'de Müslüman nüfusu Hristiyan nüfusu geçecek gibi...

Bu tür hesaplar da nüfusun kontrolünü gerektiriyor!

Kürtaj katmerli cinayettir

Nüfusun kontrolü ülkelerin başvurabileceği bir yoldur ancak ailelerin kürtajı bir kontrol aracı olarak görmeleri tek kelime ile cinayettir!

Evet, Başbakan'ın dediği gibi kürtaj cinayettir.

Ana rahmine düşmüş bir bebek üzerinde hiç kimsenin, hatta devletin de negatif tasarrufta bulunma hakkı yoktur.

Hele onun hayatına kastetme hakkı hiç yoktur. O yüzden çağdaş hukukta da hamile kadınlar bir değil iki kişi kabul edilirler!

Elbette kürtajın tek başına engellenmeye çalışılması toplumda başka yeni sorunlar ortaya çıkaracaktır. Ama kürtaj bir cinayetse önce bu cinayetin önüne geçmek gerekir.

Ortaya çıkabilecek hiçbir sorun bir insanın hayatını yok etmeyi mazur göstermez!


Kürtaj kesinlikle yaşama hakkına kasıttır.

Eğer ana karnına düşmüş bir çocuk bir çeşit "hata" telakki ediliyorsa bu hatayı gidermenin yolu kürtaj değildir. Ama kürtajı tek başına yasaklamak da yeterli değildir.

Sorun her sorun gibi bütünüyle ele alınmalı ve ana karnına düşmüş her çocuğun hayatı, çok mücbir sebepler olmadan hiçbir şekilde karartılmamalı.

Kürtajı yasaklayıp, kürtaj yapanı ve yaptıranı cezalandırmak bu konuyu halletmez.

Bu sosyal mevzu ciddi bir tedbirler ve planlamalar paketi hazırlamayı mecbur kılıyor.

(Bugün gazetesinden alınmıştır)