Hafta sonu yapılan Üniversite sınavında, “Ayşe” ismindeki bir kızımızın sınavdan önce yaşadığı anları ekrandan izleyeniniz olmuştur…
Binaya gireceği sırada kimliğini yolda düşürdüğünü fark ediyor… İçeriye alınmıyor… Çaresizlik içinde kıvranırken, görevli polisler yardımcı olmak için anne ve babasını soruyor…
Hıçkırıkların arasından “Her ikisi de öldü, benim kimsem yok” cevabı duyuluyor…
O yaştaki bir kız çocuğunun, bu kadar önemli bir anda yalnız kalması ve kendini tamamen çaresiz hissetmesi dayanılabilecek bir durum değil…
Haberi izlerken bir çok kişi gibi benim de gözlerimden yaş aktı…
Sunucunun sonunu güzel bir şekilde bağlaması için dua ettim… Neticede kaybolan kimlik bulunmuş ve Ayşe sınava girebilmiş…
Üniversite giriş sınavları, her Türk gencinin hayatında “en önemli dönüm noktası” olarak yer tutuyor…
Sınavı planlayan ve yöneten kurumlar bu dönüm noktasını, “telafi edilemez” vasfından bir türlü kurtaramadılar…
Objektif bir ölçme ve değerlendirme için “merkezi sınav” en uygun tercih olabilir… Buna sözüm yok…
Ancak sistem, mevcut haliyle “en adil” olan bir sistem değil…
Adayların kendi iradeleri dışında yaşayabilecekleri eşitsizlik faktörleri yeteri kadar dikkate alınmıyor!...
Öğrencilerin sağlık durumları, sınav merkezlerine ulaşım, kimlik ve belge kontrolleri gibi bir çok konuda yıllardır iyileştirme yapılmıyor!...
Orta öğretim başarı puanlarının hesaplanması ve yerleştirmeye olan katkısı hala tartışma konusu…
Mezuniyet sonrasında yapılan TYT, AYT sınavları yerleştirilen programlarla ne kadar örtüşüyor belli değil…
Tıp fakültesine girmek için en çok matematik dersine çalışmak zorunda olan bir öğrenci; inanır mısınız, bu fakültede bir saat bile matematik dersi görmüyor!...
Aynı şekilde, “seçmeli istatistik” dersinden başka müfredatında matematik bulunmayan hukuk fakültelerine girebilmek için de çok sayıda matematik sorusu yapmak şart…
Liseye geçen öğrenci, lise müfredatını değil, TYT-AYT müfredatını takip ediyor!...
Test, test, test… Dört yıl boyunca testten başını kaldıramıyor…
Hedefi olan bir öğrenci, test çalışmaları dışında okulda doğru dürüst bir sosyal ve kültürel aktiviteye katılamıyor…
Karne notları, fen liselerinde kuyumcu terazisinde tartılırken, MEB’in “niteliksiz” dediği liselerde ve özel okullarda çuval işi veriliyor!...
Hem lise öğrenimini tekrar işlevli hale getirmek; hem de “daha adil” bir ölçme değerlendirme yapabilmek adına, merkezi sınavların sayısı artırılarak karne dönemi sonlarına çekilebilir.
Böylece, AYT adıyla sadece bir kez yapılan alan sınavlarının sayısı yediye çıkarılmış olur… Sekizinci olarak yapılacak TYT sınavının ağırlığı da otomatik olarak düşer…
Mezun olduktan sonra adaylara sadece TYT sınavlarına tekrar girme tanınır…
Orta öğretim başarı puanlarının belirlenmesinde, gelişigüzel verilen notlardan ziyade; öğretmen kurullarının yapacakları toplu değerlendirmelerin sonucu dikkate alındığında, öğretmenlerimizin kaybolan otoritesi ve itibarı da bu vesileyle yeniden geri kazanılabilir…
İlkokul, ortaokul, lise ve üniversitede, yani her türlü eğitim kurumunda otuz yıldan fazla görev yapmış bir eğitimci sıfatımla bunları yazıyorum…
Eğitim sistemimizin yöneticilerinin tabandan tavana doğru kurum içinde yükselmiş olmaları şarttır…
Meslek hayatında okul yöneticiliği yapmamış birinin, daha üst düzey eğitim birimi yöneticiliklerine getirilmesi büyük bir hatadır…
Çünkü bu tip yöneticilerin çantası boştur. Arkalarında onlara destek olacak mesleki verileri yoktur…
Eğitim sistemimizin işleyişinde gördüğümüz, ama es geçtiğimiz bu basit hatalar, maalesef karşımıza çok daha büyük sorunlar çıkarıyor!...
Osmaniyeli Ayşe’nin seçenek sunmayan sistem karşısındaki çaresizliği, onu rakipleri karşısında haksızlığa uğratan yalnızlığı ve yüreğimizi kanatan kimsesizliği “es” geçeceğimiz bir durum değildir!...
Buna yetkimiz yok!...
“Adil sınav” konusunda bizden daha fazla hassasiyet taşıyan hemşerimiz, ÖSYM Başkanı Halis Aygün Hocamızın çabalarına MEB ve YÖK destek vermelidir.
Haber ekranlarındaki görüntüsüyle içimizi yakan ve bizi ağlatan “Osmaniyeli Ayşe” sahipsiz kalmadı… Ona el uzatan vicdan sahiplerine teşekkür ediyoruz…
Ancak bilelim ki; ekrana çıkamayan ama aynı durumu yaşayıp çaresiz bırakılan binlerce başka Ayşe var!...
O Ayşe’leri kaderine terk edemeyiz…
Buna hakkımız yok!...