Alışkanlık; en büyük esaret...
İnsani duygularının yavaş yavaş makineleşip, robotlaşması gibi...
Gözünü açtığında kahve içmek için mutfağa gidişin, zevk için değil alışkanlığın içindir.
Yaşının ilerlemesiyle beraber yaşantında attığın her adıma alışkanlıkların yön verir.
Alışırsın ya da alıştırılırsın...
Olaylar karşısında verdiğin tepkiler zamanla değişir tuhaflaşır.
Artık alışmışsındır, duyguların yavaş yavaş yok olur.
Hele Türk insanı mutluluktan çok mutsuzluğa alışkın olduğundan kötü olaylar karşısında artık fazla bir şey hissetmez.
*
Türkiye ve bir günü;
- Bir çocuğu annesi bakkala ekmek almaya yolladı, söylene söylene ayakkabılarını giydi ve gitti...
- Bir anne kucağında yavrusu karşıdan karşıya geçerken bir sağa baktı bir sola,
tabii daha dikkatli olmalı, kucağında kendi canından önemli birini taşıyor...
Bir kere daha baktı ve güvenle karşıya geçti...
- Bir baba elinde ağzına kadar dolu file torbası evine yemek götürmek için omuzları uzamış hızla yürüyor, kafasında bin bir düşünce...
- Bir öğrenci hem yürüyor hem cebindeki harçlığı hesaplıyor, iki gün sonra Fenerbahçe- Galatasaray maçını arkadaşlarıyla kahvede izleyecekler...
.......ama olmadı.
Bombalar patladı...Kimse evine dönemedi, sokaklar yine kırmızıya boyandı...
*
Peki ne yapıldı?
Hayata sıradan alışkanlıklarla devam edildi...
Anneler günü tam gününde kutlandı...
Çiçekler alındı yanaklar öpüldü...
Büyük derbi oynandı...
Küfürler edildi...
Karşı takımın taraftarını kıstırdığı yerde canına kıydı...
Mutlu mutsuz birbirine karıştı...
Televizyonlar da göbek havaları...
Türkiye, her kötülüğe alıştığından, yarın var mı yok mu bilmediğinden bir gününü bile ‘yas’ a ayıracak zamanı yok...
*
Uyku sersemi mutfağa gitti kahvesini koydu ve hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam etti...
ve radyoda Feridun Düzagaç...
“Gel bak bir elimde gökyüzü var, ötekinde kayıp giden yıldızlar...
Korkularda benim umutlarda...
Belki güneş bir gün bizim için doğar, belki korkularımızı hayallerimiz boğar
O masal günü gelinceye kadar...”