Bugün 11 Temmuz: Olmadı be Ana!

Ömrüm sersem mayın gibi akarsulardan nehirlere, nehirlerden denizlere ve denizlerden uçsuz bucaksız okyanuslara akarken, deniz dalgalarıyla birlikte inip kalkan yüreğim, 11 Temmuz yaklaştıkça, Temmuz sıcağından çok cehennem sıcağında kavurur gibi yanıyor.

Uzay boşluğunda hiçbir yana yaslanamayan, günlük hayatın saçma sapan avuntu ve yaşam savaşıyla didinip uğraşan yüreğimdeki boşluğu, ne hiçbir mutluluk davetiyesi ne de sabahın alaca şafağında gelen hiçbir muştu doldurmuyor. 

Her yanı eksik, içindeki boşluğu doldurulamayan ama bir türlü büyümeyen bir çocuğun anne ve babasını hüzün dolu, umutsuz bakışlarla evreni tarar gibi seni ararken sensizliğin boşluğu da hiçbir evren doldurmuyor.

Olmuyor be ana, sensiz beceremiyorum hayatı…

Sensiz sevemedim ben bu dünyayı.

Sevemedim bu ayrılığı da…

Her ne kadar sevmeye, aşık olmaya ve hayata tutunmaya çalışsam da sensiz ısınamıyor ve içselleştiremiyorum hayatı, bazen yaşamdan çekilmeyle çekilmeme arasında kendimle çok savaşıyorum be ana!..

Hayat yaşamaya değer mi diye…

 Kuru kuru kalabalıklar, sahte dostluklar, banal ve yalan sevgiler, nankör aşklar ve iki yüzlü riyakar insanlar içinde boğuluyorum be ana…

Hangi limana sığınıyorsam denizde yılana sarılır gibi ısırılıyorum, bedenime yayılan zehir umuda, sevgiye, doğaya ve insana dair tüm inancımı öldürüyor.

İnsanoğlunun bitmek tükenmek bilmeyen hırsına, doymazlığına, acımasızlığına, zulmüne ve adaletsizliğine tahammül edemiyorum.

İnsanoğlunun akıl almaz bir şekilde, birbirinin acısı, gözyaşı ve yıkılmış hayallerin üzerinde mutluluk kurmaya, sefa içinde yaşamaya çalışmasını görünce büsbütün soğuyorum insanlardan ve hayattan.

Hani en çok kullandığın vicdan ve hazinende hiç eksiltmediğin merhamet duygun vardı ya, ölmüş be anam.

Hem de hiç dirilmeyecek şekilde ölmüş.

Vicdanlar kirlenmiş, merhamet ve acıma duygusu tükenmiş be ana…

Yani ana, insanlığın hangi tarafını tutarsan tut, büzülmüş, çürümüş çaput ve bez gibi dökülüyor, elinde kalıyor.

Eğer onurlu ve haysiyetli yaşamak buysa ben bu yaşamda yokum diyesin geliyor.

Ah ana!...

Biliyorum ana, sen peygamberler katında, meleklerin diyarında ve o çok sevdiğin cennetin güvercinleri arasında bu satırlarımı okuyacak ve şunu diyeceksin:

“Ulan Cüneydo, bênamuso, ben seni hiç yalnız bıraktım mı, her hafta rüyalarına gelerek özlemini gidermedim mi, sana yol göstermedim mi?” diye kızacaksın.

Evet ana, gerçek hayattan ayrıldığımız günden bugüne değin, sen maneviyatta ve ruhlar aleminde beni hiç mi hiç yalnız bırakmadın. Koruyup kolladın, en zor ve dayanılmaz anlarımda hep yanımda oldun, bu dünyada kahrımı çektiğin yetmediği gibi bide öbür alemde de çekiyorsun.

Çünkü benim hayatımı acemice yaşadığımı daha doğrusu yaşamayı beceremediğimi biliyorsun.

Deli, duygusal ve çatlak halimi de biliyorsun, o yüzden her zaman diyordun ya “vallahi sen zır delisin, hiçbir zaman tahtın bahtın belli olmaz” diye…

Ama ne yapıyım, hani diyordun ya; “ev oksoruklarla ısınmaz” diye. Bende yarım yamalak rüyalarla seni görerek, yüreğimin olanca özlem ve hasretimin yakıcılığını gideremiyorum ki… 

Sana doyasıya sarılmak, öpmek, kucaklamak istiyorum be anam…

Bak bayram geliyor, Ramazan ayı bitmek üzere. Altı yıldır sensiz iftar açıyor, sahur yiyor ve çoğu zaman lokmalar boğazımda düğüm düğüm oluyor, lokmalarımı gözyaşımla yiyorum.

Hani hastanede bu hayatta bana söylediğin son cümlen vardı ya, “Cüneydo beni yanına götür” diye.

Olmadı be anam, ben bu savaşı kaybettim ama nasıl olsa eninde sonunda bir gün mutlaka yanına geleceğim.

Sen evrenin ve kainatın en güzel kızı, Allah’a ve onun Resulüne şaşmaz inançla bağlı biriydin anam.

Yeryüzü ve gökyüzünü alemlere bayrak olan ayetlerle dolduran Kur’an-Kerim’in indirildiği bu mübarek ayın Kadir Gecesi arifesinde seni rahmet, minnet ve yüreğimin tüm sevgisiyle anıyorum Anam.

Makamın Mahmud’un makamına komşu, ruhun şad ve yerin Cennettül Firdevs olsun anam.

Rüyalarda görüşmek üzere….