Her şey Rutkay Aziz'in coşkun (!) konuşması ve ona karşı medyanın verdiği muhteşem (!) desteğin internete düşmesi ile başladı.
Yoksa kolay fark edilmeyecekti Antalya Film Festivali. Hürriyet internet sitesinin (bazı siteler eşliğinde) ayakta alkış tuttuğu konuşma aslında yeni bir şey içermiyordu. Salondaki katılımcılarla medyadaki arkadaşları arasında alkış yarışına dönüşen konuşmanın bam teli fevkalade siyasi bir mesaja dayanıyordu. Adalet ve Kalkınma Partisi'ne gönderme yapmak için Rutkay Aziz'in 'Adaletsiz kalkınma' benzetmesi yapması büyük bir heyecana vesile olmuştu. Beklendiği üzere Aziz'in öfke dolu cümleleri bizim kadim basında yere göğe sığdırılamadı. O hırçın konuşmada temel hak ve özgürlükler konusunda yeni bir şey mi söylenmişti? Hayır.
Bir sanatçının siyasi bir iktidarı eleştirmesinde mahzur yok. Ancak bu önemli işin fevkalade samimiyetle yapılması, paçalarından önyargı ve nefretin damlamaması gerekiyor. Ne yazık ki son yıllarda sanat camiası adına mikrofon başına geçen bazı kişiler, eleştirilerini insaf ve izan çerçevesinde yapmıyor. O yüzden de halkın zekâsını aşağılamakla başlayan konuşmalar, dar bir zümrenin anormal desteğine rağmen kamu vicdanında yankılanmıyor. Müjdat Gezen'in, Levent Kırca'nın, Ferhan Şensoy'un ve daha birçok kişinin hâlâ göremediği, püf noktası da burası. Halk sizin o köhnemiş ideolojik söylemlerinizden haz almıyor kardeşim; anlayın artık.
Siyasi içerikli konuşma yap; güzel. İktidarı bazı icraatlarından dolayı eleştir; buna da kimsenin itirazı yok. Lakin lütfen unutma: Konuştuklarına özgürlük, demokrasi gibi kavramlar eklediğinde samimiyet testine girmiş, adeta bir yalan makinesine oturmuş sayılırsın. 'Baskıcı yönetimler'den bahsediyorsan, seni "Darbeler yapıldığında neredeydin?" diye sığaya çekerler. Mesela bu Rutkay Aziz değil miydi Şener Eruygur Paşa'nın başını çektiği yürüyüşlere katılıp kameralar karşısında poz veren? Şimdilerde halkın seçtiği hükümete baskıcı diyen beyefendi 28 Şubat post-modern darbesi yapılırken neredeydi acaba? O gün milyonlarca insana anlamsız ve vicdansız baskı yapılması 'sanatçı duyarlılığı'na hiç mi dokunmamıştı?
Mesele sadece Rutkay Bey'in kendisi değil; öyle olsa hoş görüp duymazdan gelinebilir. Asıl problem sanat ve medya dünyamızda sıkça rastladığımız çifte standart. Darbeler karşısında dimdik duramayan (hatta ona her türlü desteği veren) insanların siyasi iktidar söz konusu olduğunda birden aslan kesilmesi inandırıcı olmuyor. Bu seneki Antalya Film Festivali'nin ana teması 12 Eylül darbesi imiş. Ne güzel! O malum darbeye karşı atıp tutan bazı sanatçıların 12 Eylül referandumunda nasıl 12 Eylül darbesinin ürünü olan anayasayı korumak için çırpındığını unutmak mümkün mü? Hani 12 Eylül darbesine karşıydınız?
Her platformda siyasi mesajlar vermeyi ihmal etmeyen Tarık Akan, Festival'de de 12 Eylül 1980'i karanlığın başladığı an ilan etmiş mesela. Şimdi bu lafları eden bir adamın hemen şu cümleye sarılmasını hangi temiz vicdan kabul edebilir: "Ama 2011. Silivri. Ergenekon. Balyoz. Adalet. Gençlik... Ya lütfen 2011 ak mı kara mı siz karar verin." Şimdi adama demezler mi bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diye? Sen hem bir yandan darbe karşıtıymış gibi bir görüntü vereceksin; hem de bir yandan darbe yapmakla suçlanan kişilerin yargılanmasına karşı çıkacaksın. Zaten bu Tarık Akan, 27 Mayıs askerî darbesini ve 28 Şubat post-modern darbesini desteklediğini Aydınlık gazetesine yaptığı açıklama ile kabullenmişti. Düşünün, bu ülkenin demokrasisini katleden, başbakan ve bakanlarını asan eli kanlı katiller için Tarık Bey, "Solcu arkadaşlar bana kızacak ama, 27 Mayıs darbe değildir. Birincisi önümüzü açtı, yeni düşüncelerle tanışmamızı sağladı." diyebiliyor. 28 Şubat da darbe değilmiş beyefendiye göre. Mazeret de hazır: "Laik cumhuriyetten uzaklaşmamızın önünü kapattı."
Sanat dünyasının ufku bu kadar dar olamaz. Darbeleri 'iyi' ya da 'kötü', 'önümüzü açan' veya 'önümüzü kapatan' diye tasnif ederseniz özgürlük adına söylediğiniz her söz riya olarak algılanır. Faşizan talepler bile özgürlük kelimesinin arkasına sığınıyorsa halk vicdanı bunu sezer ve bunun hesabını her platformda sorar; soruyor, soracak. e.dumanli@zaman.com.tr
Şu Taş Mektep işi hâlâ cevap bekliyor
Festivalde Müjde Ar, Tarık Akan'ı takdim ederken "Sinemada kazandığı tüm birikimlerini yarattığı okuluyla, öğrencileriyle paylaşan, onlara yeri geldiğinde çocuk gibi olan birisi." demiş. 27 Mayıs'ı ayakta alkışladığını açıkça beyan eden, 28 Şubat'ı yere göğe sığdıramayan ve Ergenekon'a var gücüyle destek olan Akan'ı yukarıdaki övücü takdime bakarak (en azından eğitim alanında) takdir etmek gerekiyor. Ancak Tarık Bey'in o okulla ilgili bir konuda doğruları konuşması kaydıyla.
Cumaertesi ekinde yer alan Kurşun Kalem köşesinde iki hafta üst üste Akan'ın okuluna dair bazı iddialar yer aldı. Orada verilen bilgiye göre Hrant Dink yıllar önce Taş Mektep'i Rum Vakfı ile anlaşarak kiralıyor. Dink, Tarık Akan'ın da oraya talip olduğunu sanatçının ziyareti ile öğreniyor. Hava gerginleşiyor. Araya o dönemin meşhur mafya babası Dündar Kılıç giriyor. Taş Mektep, Hrant'ın elinden alınıp Tarık Akan'a veriliyor. Öğrenciden alınan ücret itibarıyla en pahalı okullardan biri olan Taş Mektep yakın zamana kadar vakfa gülünç bir kira ödüyor. Tarık Bey ile vakıf şu an mahkemelik.
Yukarıda yer alan iddianın bazı şahitleri, muhatapları hâlâ endişe duydukları için konuyu konuşmak istemiyor. Tarık Bey de Kurşun Kalem'in, "Açıklama gönder de yayınlayalım vatandaş doğruyu öğrensin" davetine olumlu cevap vermiyor. Neden acaba?
PANORAMA
Boşuna dememiş atalarımız, "Büyük lokma ye ama büyük konuşma" diye. CHP milletvekili İsa Gök, pek çok konuda olduğu gibi yemin krizinde de çok sert açıklamalar yapmış, iktidar partisinin karşılarında diz çökeceğini ifade etmişti. Öyle olmadı tabii ki. Bütün CHP'liler Meclis'te yemin etti. Bir tek İsa Bey kalmıştı. O da hafta içinde geldi 'Diz çök' haykırışları arasında yemin etti. Boşu boşuna kendini rezil etti maalesef. Millete vekâlet eden insanlar keşke bu kadar 'keskin bıçak' rolüne soyunmasa ve keşke böyle bir duruma hiç düşmese...
İlk milli savaş gemimiz (MİLGEM) basına tanıtılmış. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan da törene katılarak bir konuşma yapmış. İstanbul Tersanesi Komutanlığı'nda düzenlenen törende, yine bazı gazetelere akreditasyon uygulanmış. Hangi akıl 28 Şubat'tan kalma bu çağ dışı uygulamayı sürdürüyor bilemiyorum; ancak yanlış bir iş yapıldığı aşikâr. 'Milli sevinç', 'milli gurur' milletin tamamı ile paylaşılır çünkü...
OdaTV iddianamesine yansıyan gerçekler nasıl bir tezgâhla karşı karşıya olduğumuzu çok net bir şekilde gözler önüne sermeye devam ediyor. Fehmi Koru hakkında kendi aralarında konuştuklarını buraya almaya hicap ediyorum. Yalan, iftira ve karalama kampanyalarının nasıl planlandığını ve kalleşçe yapıldığını çok net bir şekilde görüyorsunuz. 'Kankalar'dan tık yok. Onlar hâlâ 'İddianamelerin zayıf yanı' üzerinde çırpınıp duruyorlar. Ya haysiyet ve onur düşmanlığını gazetecilik aracılığıyla yapanlar?