Bozkurt Enver Paşa
Yıl 1907... Yaş 25... Binbaşı İsmail Enver, Rum, Bulgar, Sırp çetecilere karşı eşkıya takibi yapmakla görevlendirilir.
Yıl 1911... İtalyanlar, Trablusgarb’ı işgal ederler. Berlin ataşemiliterimiz Enver Bey, Trablus’a hareket etmeden önce arkadaşlarına şöyle der:
“Trablus artık kaybolmuş sayılır. Buna rağmen neden gidiyorum? Bütün Müslüman dünyasının bizden beklediği bir vazifeyi yerine getirmek için...” diyebilen bir idealisttir. Derhal Selanik’e, ardından da Trablusgarb’a geçerek İtalyanlara karşı Arap mücahidleri örgütler ve gerilla savaşı yapar. İslam dünyasının teveccühünü kazanır.
Yıl 1913.. 2. Balkan Harbinde Yarbay Enver bir süvari tugayı ile ileri atılabilmek için ordunun önünden müsaade ister. Kahramanca savaşır ve Edirne’ye en önde girer. Artık “Edirne Fatihi Enver” olarak anılmaya başlar.
Yıl 1914... Osmanlı’nın paylaşılması kavgası olarak adlandıracağımız 1. Dünya savaşından kaçamazdık. Savaşa girmemek teslim olmaktı. Bu ise Enver Paşa’nın karakterine yakışmayacak bir korkaklıktı... Ve girildi savaşa... Rus kuvvetlerine karşı Doğu Cephesi Komutanlığı’nı üstlendi. Ocak 1915’de Türk birlikleri tam bir bozguna uğradı, savaş boyunca başka hiçbir cephede komutanlık üstlenmedi. 1. Dünya Savaşı Bozkurt Enver’in ruhunda ağır yaralar açmıştı ama Enver Paşa gözünü Doğu Türklüğüne dikmişti... Mustafa Kemal Anadolu’da Kurtuluş Savaşı’nı başlattığında onun muzaffer olacağını biliyordu. Öyleyse kendisi de Doğu Türklüğünü titretip kendine getirmeli, teşkilatlandırmalı, Doğu Türkiye’yi kurmalı idi. Sonra da iki Türkiye birleşip “Büyük Türk Birliği” ortaya çıkmalıydı.
Daha önce Türkistan’a gönderilen Hacı Sami’den, Türkistan’da girişilecek bir mücadelenin imkansız olduğunu bildirmesi üzerine Enver Paşa şu cevabı verir:
“Uzun zamanda beri Türkistan Türklüğü ile Osmanlı Türklüğü arasındaki irtibat kopmuştur. Ben Osmanlı Ordularının başkomutanı ve İslam Halifesinin damadı olarak oraya gelir ve Türkistan’ın bağımsızlığı uğruna ölürsem Doğu Türklüğü ile bu köprüyü kurmuş oluruz.”
Enver Paşa 28 Eylül 1921’de Batum’dan ayrılır. Tiflis üzerinden Bakü’ye gider. Buradan da Türkmenistan’a ulaşır.18 Ekim 1921’de Buhara’ya geçer. Bu durum hemen duyulur ve halk içinde büyük heyecan yaratır. Paşa, burada “Yaşasın Turan, Yaşasın İslam, Yaşasın Enver Paşa!” sedalarıyla karşılanır.
Sonrasını Enver Paşa’yı şehit eden Agabekoff’un ağzından dinleyelim:
“Enver Paşa’yı yakalamak zorundaydık. Ama bu kolay bir iş değildi. Çünkü o sürekli yer değiştiriyordu. Ben seyyar satıcı kılığına girdim. Taşkent ve Buhara’ya gidip küçük eşyalar ve bir eşek satın aldım, bunlarla Karschi’ya gittim... Husar’da görevimize başladık... Bu şekilde Enver Paşa’nın yaşadığı evin bulunduğu köye geldik ve evin yanına kadar sokulduk. Ev sıkı bir şekilde korunuyordu... Kumandana köyün planını verdik ve Enver’in evini tarif ettik. Askerler sabah yedide saldırıya geçti... Enver durumu hemen kavradı ve adamlarına, kendisinin dağlara kaçıncaya kadar onları oyalamasını söyledi. Enver 50 kadar adamıyla birlikte köyün diğer ucuna doğru kaçmaya başladı. Ancak buraya konuşlanan Kızıl Ordu birliği onları ateş altına aldı. Burada kısa ama kıyasıya bir çatışma başladı. Enver vuruluncaya kadar aslan gibi dövüştü. Sadece iki kişi kaçmayı başardı. Ruslar ellerindeki palalarla hepsini doğradı. Daha önce Enver Paşa’ya hizmet etmiş olan Dunow, ölenler arasında Enver’i tanıdı ve bunu askerlere bildirdi. Bir pala darbesiyle Enver Paşa’nın başı vücudundan ayrılmıştı. Başsız vücudun yanında küçük bir Kur’an bulunuyordu. Belli ki, Enver savaşırken elinde bu Kur’an vardı. Daha sonra bu Kur’an, ’karşı devrimci Enver Paşa’dosyasının içine konularak Taşkent’teki G.P.U.’ya gönderildi.”
O gün Türkistanlı bir mücahit şöyle diyordu: “Ümit güneşimiz sönmüş, karanlıklar içinde kalmıştık. Yer gök ağlıyordu. Kaybolan sade bir insan değil, milyonlarca Türk’ün ümidi, istikbali, zaferi, tarihi idi.”
Libya çöllerindeki şafak baskınlarından Edirne kurtuluşuna, Allahuekber dağlarından, Çanakkale mahşerine, Karadeniz’in azgın dalgalarından Asya bozkırlarına süzülüp gelen bozkurt karakteri yine teslim alınamamıştı. Bozkurt Enver Paşa’nın ruhu bedenine hep galip gelmişti, çünkü ruhunda “Büyük Türk Birliği” ülküsü kor kor yanıyordu.
Yola çıkarken “Ben oraya gelir ve Türkistan’ın bağımsızlığı uğruna ölürsem Doğu Türklüğü ile bu köprüyü kurmuş olurum” diyen Bozkurt Enver Paşa’nın naaşı keşke elinde Kur’an ile şehit edildiği köyde kalsaydı, keşke İstanbul’a getirilmeseydi...
Türk Cumhuriyetleri’nin bütün yetkililerine teklif ediyorum: Enver Paşa’nın mezarını hepinizin katılacağı muhteşem bir törenle Türkistan’a, şehit olduğu köye nakledelim, orada muhteşem bir anıt mezar yapalım...Eğer bir gün Büyük Türk Birliği kurulacaksa hepimizin önderi Bozkurt Enver Paşa, O’nun mübarek mezarı da sembolümüz olmalıdır.
(Yeni Çağ gazetesinden alınmıştır)