Virginia Stephen, annesi aniden öldüğünde on üç yaşındaydı. Babası Sir Leslie Stephen, döneminin aydınları tarafından saygı gören biriydi. Önemli birkaç eserinin yanı sıra “Dictionary of National Biography” (Ulusal Biyografi Sözlüğü) nin editörlüğünü yaptı. Leslie Stephen önemli eserler bırakan, çevresinde saygı gören ve mesleki bakımdan bunu sonuna kadar hak eden biriydi.
Gelgelelim aşırı realist tarafı ağır basıyor, bu da beraberinde hayata karşı soğukkanlı, kötümser, ailesine dahi müsamahası olmayan bir birey haline getiriyordu kendisini. Çocuklarının ihtiyacı olan saf sevgiyi bir araya getirip onlara sunamıyordu. Karısı ve çocukları ne zaman mutlu olsalar mutlaka o anı mahvedecek realist refleksleri devreye giriyor ve anın büyüsünü bozuyordu. Virginia özellikle mutlu oldukları anların sürekli heba olmasından yakınıyor. Babasının ne olursa olsun sevgisini asla göstermediğini, aile bireyleri gösterdiğinde ise soğuk kalbiyle bütün evin sıcaklığını aldığını söylüyor.
İnsanoğlu neden “Sevgi” sözcüğünün gerçek anlamını idrak edemez ve neden onu olması gerektiği yere, kalbine yerleştiremez ki… Bazı insanlar için “Sevgi” bir kara kutu; ruhları çarpıştı ve kara kutu o günden beri onlar için kayıp ne yazık ki. Oysa tek gerçeğimiz sevgiden başka bir şey değil…
Virginia, yirmi yaşındayken babası ölünce, arkasından insanları hayrete düşürecek bir kin ve hınçla bahseder babasından. İyilik meleği olan annesi henüz ellisine bile gelmeden ölürken, babasının yetmiş iki yaşına kadar yaşamış olmasına tahammül edemediğini söyler ve Virginia’ya ancak köpeği kadar değer verdiğinin de üstüne basar.
Babasının ölümünden yirmi dört yıl sonra 1928 tarihli bir güncesinde onu hala bitmeyen bir kinle anar ve ondan kurtulduğu için yaşayabildiğini ve kitap yazabildiğini söyler: “Bugün doksan altı yaşında olabilirdi. Şükür ki olamadı. Onun yaşamı benimkini tümüyle bitirirdi. Ne mi olurdu… Yazı yazmak yok, kitaplar yok.”
Ölümün gölgesi Virginia’nın üstüne düşmüştü bir kere.
Virginia’nın cinsel sorunlarına atılan demir çapa henüz yedi-sekiz yaşlarındayken saplanmıştı ruhuna. Anne bir ağabeyi George, onun mahrem yerlerini görmek için habire taciz ediyor, fırsat buldukça onu dolap gibi yüksek yerlere oturtarak giysilerini çıkartıyor ve inceliyordu. Virginia hakkında en güvenilir kaynak dediğimiz yeğeni Quentin Bell, George’un Virginia’ya musallat olduğunu tüm kardeşlerin bildiğini ancak bu ilginin tamamen kardeşçe bir duygu olduğunu sandıklarını söylüyor. Çoğu zaman Virginia’nın yatağına zıplayarak onu okşayarak sever ve öpermiş. Çocuklar ne olduğunu tam olarak kestiremedikleri için de büyüklere hiç söylememişler bu durumu. Virginia ancak yirmi iki yaşına geldiğinde George tacizlerini bırakır, evlenerek evden taşınır. Virginia ilk derin nefesini yirmi yaşında babası ölünce, diğerini iki yıl sonra ağabeyinin evlenip taşınmasıyla almış olmalı.
Ancak olan çoktan olmuş; on üç yaşında ilk depresyonunu geçirince artık onun gözünde kadın-erkek ilişkisi sadece iğrenç saldırılar ve ensestlikle özdeşleşmiş. Tüm hayatı boyunca da erkeklere güvenmeyen, onları sevemeyen, soğuk bir cinsel kimlikle yaşamış.
Evliliğine gelirsek; Leonard Woolf, uzun zamandır Virginia’ya aşıktı. Quentin Bell’e göre teyzesi bu adamla evlenerek hayatının en doğru kararını vermişti. Leonard, karısını çok seviyordu. Ona hem manevi hem de mesleki desteğini her fırsatta vermekten kaçınmıyordu. Ancak Virginia’ya göre bu gerçek bir evlilik değildi. Kocasıyla hiçbir zaman cinsel bir birliktelik yaşamadı. Onlarınki ömür boyu sürecek harika bir dostluktan ibaretti. Kaldı ki 1919 güncesinde kendilerini İngiltere’nin en mutlu çifti olarak sayar Virginia. Eşini ne kadar sevdiği, onu başka kadınlardan kıskanmasından da anlaşılıyordu.
Güncelerini okuduğumda, bazı zamanlar çocuk sahibi olmadığı için her şeye kızgınlık duymuş, öte yandan da olmamasını bir lütuf saymış sanki. Doğurma güdüsünden iğrendiğini, bunu bedenine yapamayacağını tiksinerek yazıya dökmüş. Çocukluğunda aldığı derin darbeler sonucunda böyle hissetmesi beni hiç şaşırtmadı. O kendini sadece yazmaya adamıştı. Kendini bu şekilde uzaklaştırabiliyordu geçmişin hatıralarından. Ölümünden iki ay önceki güncesinde “hatırladıkça hala utançla ürperiyorum” diye yazıyor ağabeyinin tacizlerini.
Eminim ki Virginia Stephen olarak değil, Woolf olarak anılmasından büyük gurur duyuyordur.
Öz ya da üvey hiç fark etmez, kız kardeşinin saflığından ve bilgisizliğinden-bazen kimsesizliğinden-faydalanarak onun ruhunda kraterler açacağını bile bile ondan yararlanmak nasıl bir güdüdür. Buna cüret eden ağabeylerin ruhlarının çürüdüğünü, kokuştuklarını ve geçtikleri her yere ancak çöp olmuş ruhlarının sularını akıttıklarını hissedebiliyorum. Cehennemde onlar için ayrılmış özel yerler olacak; kendilerine tekrar tekrar yeniden verilecek olan bedenleri acıyı çığlık çığlığa yaşayacak. Zehirli, karanlık sularda defalarca boğulup yeniden dirilecekler. Ezelden beri var olan azaplı ruhları, kendi kasvetlerinde can çekişecek. Hiç bitmeyecekmişçesine ruhları derin bir kahırla doldukça taşacak. Diliyorum, bu yazdıklarım onların cenneti olsun!