- Eski dümenlerini bu kadar kolay bir şekilde unutturmayı başarıyorsa...
- Manzarası Esenler Otogarı ile Toptancı Hali olan 7 yıldızlı bir oteli “eşi benzeri yok” diye pazarlayabiliyorsa...
- Henüz ortada olmayan bir otelin sözde saray yavrusu odalarını devre mülk yöntemiyle satmayı başarabiliyorsa...
- Onca alavereden sonra dindarlar arasında hâlâ güven veren bir unsur olmayı başarıyorsa...
- Ekonomik açıdan kuşku uyandıran vaatlerini, bu kadar kolay bir şekilde yutturuyorsa...
Uyanıktır tabi...
Ama benim “Jet Fadıl”a “uyanık” dememin temel nedeni bunlar değil...
* * *
“Jet Fadıl” çok uyanık bir adam...
Çünkü:
Hiç kimse yeni dönemin ruhunu “Jet Fadıl” kadar çözemedi.
“Jet Fadıl”ın “Caprice Gold Palace” adını verdiği yeni girişiminin reklam kampanyalarına şöyle bir baktığımızda gördüklerimiz şunlardır:
- Bir tarafta Cüppeli Ahmet Hoca...
- Bir tarafta Tanju Çolak...
- Bir tarafta Şehzade Harun Efendi...
Bu üç ismin bir araya gelmesinden şöyle bir sentez çıkıyor:
“Mehter marşı eşliğinde ehlisünnet vurgulu bir lümpenliğin dışavurumu”.
İşin içinde...
“Altın tutkusu” var. “Saray özentisi” var. “Futbol sevgisi” var. “Ehlisünnet” var. “7 yıldız aşkı” var. “Fatih Sultan Mehmet” var. “AK Partili belediye” var. “Esenler Otogarı” var. “Üç kule üzerinden üç kıtaya hükmetmiş atalar vurgusu” var. “Zengin Müslüman havası” var. “İsraf” var. “Dua” var. “İslami şatafat” var. “Hapislere düşmüş âlim teması” var. “Yeni bir para toplama stratejisi” var.
Kısacası var oğlu var.
Ne çıkar bütün bunların toplamından?
Ne çıkacak?
“Yükselen değerler” çıkar. Ondan da önemlisi...
“Yeni dönemin ruhu” çıkar.
* * *
İddia ediyorum:
Bin Şerif Mardin bir araya gelse...
“Jet Fadıl”ın yeni dönemin ruhuna dair yansıttığı şu sentezi mümkün değil yansıtamaz. “Jet Fadıl”ın asıl uyanıklığı işte buradadır.
BİR siyasi partiyi desteklemek, o siyasi parti adına yapılan her türlü açıklamayı desteklemeyi gerektirir mi?
Teorik olarak gerektirmez.
Ama bizde bu teori işlemez.
Bir siyasi parti sözcüsü, vahim bir gafa imza attığında “bizim partinin sözcüsü de baltayı taşa vurdu” diyen bir partiliye rastlayamazsınız.
* * *
Siyasette durum böyle de futbol da farklı mı?
İşte bakın:
Galatasaray Başkanı Ünal Aysal, Başbakan’ın gazabından korunmak amacıyla açıkça Galatasaray taraftarının tamamının AK Parti’ye oy verdiğini söyledi.
Biz de bunun üzerine inceden kafamızı bulduk.
Vay sen misin kafa bulan!
Bazı Galatasaray taraftarları, “sen bizim başkanımızın yaptığı nükteyi anlamamışsın” diye laf saydırmaya başladılar.
* * *
Galatasaraylı olmak, Galatasaray adına konuşanların taşa vurdukları baltaya bilemek için çaba sarf etmeyi gerektirmez.
Başkanlar da gaf yapar.
Başkanlar da alttan alır.
Başkanlar da lüzumsuz bir yaranma duygusu içine girebilirler.
Bu durumda...
“Ama sözün gelişi söylemişti” ya da “ama nükte yapmıştı” denilerek tevil yapmaya çalışmak yerine...
“Bizim başkan da baltayı taşa vurdu” denir.
Böylece “Başkan”ın bir daha baltayı taşa vurmamak için özen göstermesine vesile olunur.
MİLLİ Görüş’ün Erbakan’dan sonra bir numaralı ismi haline gelen Oğuzhan Asiltürk, ordunun içindeki anti-Amerikancı unsurların Ergenekon bahanesiyle tasfiye edildiğini söylemiş.
“Ordudaki Amerikancılar” oldukları yerde duruyor, “Ordudaki anti-Amerikancılar”ı ise zindanlara dolduruyorlarmış.
Zindanlardaki askerler kahramanmış.
Peki ya darbe girişimleri? Peki ya “Balyoz” falan?
Oğuzhan Bey’e göre hepsi hikâye imiş...
* * *
Bu konuda iki şey söyleyeceğim:
BİR: Türk Silahlı Kuvvetleri tıpkı Refah Partisi iktidarından rahatsızlık duyduğu gibi AK Parti iktidarından da fena halde rahatsızlık duydu. AK Parti iktidara geldiğinde Refah Partisi’ne ne yaptılarsa aynısı yapacaklardı. Ama AK Parti güçlü geldi, askerlerin üzerinden oyun kurabilecekleri bir iktidar ortağı yoktu, uluslararası konjonktür AK Parti’den yanaydı ve AK Parti en başta işi sıkı tuttu. Yoksa “irtica paranoyası” ile AK Parti’ye çektireceklerdi. Darbe planları bunun göstergesidir. 27 Nisan bildirisi bunun göstergesidir. MGK’da sıkıştırma gayretleri bunun göstergesidir. Bugün “içerideki” askerler, “anti-Amerikancı” mıdır bilmem ama “anti-irticacı” oldukları kesindir.
İKİ: “Ordudaki Amerikancılar” ya da “Ordudaki anti-Amerikancılar” şeklinde yapılan ayrımların hiçbir geçerliliği yoktur. Çünkü “Ordudaki Amerikancılar” kimdir, hangi tutumu almışlardır da bu sıfatı hak etmişlerdir, ordunun ne kadarını temsil etmektedirler gibi sorulara yanıt verilemez. Tıpkı “anti-Amerikancılar” iddiasıyla ilgili benzer sorulara cevap verilemeyeceği gibi... Oğuzhan Asiltürk de zaten bütün tezini bu “cevap verilemezlik” üzerine kuruyor. Oysa “kimi kastediyorsun ve kastettiklerinin Amerikancılığı ya da Amerikan karşıtlığı hakkında örnek ver” desen söyleyecek bir şey bulamayacak.
- Biri bana “tutuklanacaksın” dediğinde bende zerre kadar korku duygusu yaratmıyor, sadece ağır bir tiksinme duygusu yaratıyor.
- “Tutuklanacaksın” diyenle meşgul değilim ben... “Tutuklanacaksın” dedirtebilen ortamla meşgulüm.
- Bir ülkede birilerinin birilerine “tutuklanacaksın” diyebilmesinden daha vahim olanı, yargının bu yavşaklığa sesini çıkarmamasıdır.
- Herhangi biri hakkında “o tutuklanacak” dendiğinde, kimsenin aklına “peki suçu ne olacak” sorusu gelmiyorsa koy ver gitsin.
- Birilerinin herhangi bir gerekçe göstermeden “tutuklanacaksın” diyebilmesi, şu anda tutuklu bulunanların tutukluluk gerekçelerini göçertir.
CHP’de muhalif kanadın elinde “Baykal’ın kasedi” diye bir oyuncak var, oynayıp duruyorlar.
Onur Öymen’e göre...
Baykal’ın kasetinin kaynağı Amerika imiş...
Şahin Mengü’ye göre...
Baykal’ın kasetinin arkasından CHP’li bir şerefsiz çıkabilirmiş.
Bütün bunlar...
İktidara yakın gazetelerde allanıp pullanıp manşet oluyor.
* * *
CHP’li muhalifler, iktidara yakın gazetelere manşet olacak nitelikte malzemeler verip partilerini yıpratacaklarına...
“Başbakan Erdoğan bu kasetin kaynağını bulacaktı, MİT’i görevlendirmişti, istihbarat birimlerini harekete geçirmişti... Ne oldu bu işin sonu?” diye sorsalar çok daha anlamlı bir iş yapmış olurlar.