Bütün tartışma şunun üzerine kurulmuştu:
“Kesintili mi? Kesintisiz mi?”
O günlerde...
- Asker “kesintisiz olmalı” diyordu.
- Refah Partisi hariç bütün siyasi partiler “kesintisiz olmalı” diyordu.
- Üniversiteler “kesintisiz olmalı” diyordu.
- Sivil toplum “kesintisiz olmalı” diyordu.
“Kesintisiz”den maksat, imam-hatiplerin orta kısımlarını kapatarak bu okulları budamaktı.
Bu maksadı da “zorunlu eğitimi 8 yıla çıkarıyoruz, bu cumhuriyet tarihinin en büyük reformudur” türü afili cümlelerin arkasına gizliyorlardı.
O günleri hatırlıyorum:
Azınlıkta olan Refah Partililer, Meclis’te tam bir “imam-hatip savaşı” veriyorlardı.
Kürsüleri işgal ediyorlar, engelleme yapmaya çalışıyor, uzlaşma arıyorlar, sözlerini dinletmeye çalışıyorlar, her türlü tezi yürürlüğe sokuyorlardı.
Bu arada...
Mitingler yapılıyor, Meclis’e yürünüyor, “imam-hatiplere dokunma” sloganları atılıyordu.
Fakat fayda yoktu.
Egemen güçler kararlarını vermişlerdi bir kere.
Zorunlu eğitim kesintisiz olacaktı.
Bundan asla ödün verilmeyecekti.
Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz “Siyasi hayatıma mal olsa bile böyle olacak” diyordu.
Nitekim öyle de oldu.
* * *
Gelelim bugüne...
Değişen hiçbir şey yok:
Dün zorunlu eğitim ayağına imam-hatiplerin orta kısımları kapatılmıştı, bugün zorunlu eğitim ayağına imam-hatiplerin orta kısımları açılıyor.
- Yine ödün yok.
- Yine tartışmaya kapalılık var.
- Yine oldubittiyle mesele çözülmeye çalışılıyor.
- Yine taraflar arasında ihtiyaçlar çerçevesinde bir model arayışı söz konusu değil.
- Yine uzlaşma aranmıyor.
- Yine sesler yükseliyor.
- Yine yumruklar konuşuyor.
Geçmişin Refah Partisi’nin yerini bugünün CHP’si almış durumda.
Bu kez “böyle olmaz / bu oldubittidir / uzlaşma sağlanmalıydı / taraflar dinlenmeliydi / bilimsel gerçeklere kulak verilmeliydi” deme sırası CHP’lilere gelmiş durumda.
* * *
Hiç ama hiç yadırgamıyorum.
Bu bir Türkiye klasiğidir:
Güç kimdeyse onun dediği olur.
Eskiden “kesintisizciler” güçlüydü, onların dediği olurdu.
Bugün “kesinticiler” güçlü, onların dediği oluyor.
Bu topraklarda tartışmanın, bilimsel veriler üzerinden görüşler oluşturmanın, uzlaşmanın, karşıdakine hak vermenin kültürü yoktur.
Bu nedenle...
“Kesintisizciler” için, gücü ellerine geçirecekleri günün hayalini kurmak dışında bir çözüm yok.
- İrşat yapmaya kalkma.
- Geleceğe kalacak eserler veriyor pozuna girme.
- Paraladığın lügatler nedeniyle edebiyat yaptığını sanma.
- Sadece muhatabının anlayacağı türden mektuplar yazma.
- James Joyce’a özenip taş gibi metinlere imza atma.
- Felsefe yapma.
- Tarih yazıcılığına soyunma.
- Sırf komedi olsun diye komiklik yapma.
- Ders anlatmaya kalkışma.
28 Şubat sürecinde Erbakan Hocamız hiç mi hata yapmadı?
Yapmaz olur mu? Saymakla bitmez:
- Topyekûn kalkışmayı görmezden geldi.
- Olup bitenleri hep küçümsedi, hiçbir şey olmamış gibi yaptı.
- “Ben herkesi ikna ederim” şeklindeki sınırsız özgüvenine bel bağladı.
- Masaya yumruğunu vurmadı.
- Subay maaşlarına astronomik zamlar yaparak durumu geçiştirebileceğini sandı.
- Alttan aldı, direnişe geçmedi.
- Lüzumsuz eylemler, gereksiz açıklamalar yaptı.
- İktidarda kalmak adına zillete teslim oldu.
- Tankları sokağa çıkaranlardan hesap sormadı.
- Kendisine kameralar karşısında küfreden generale “terbiyesiz herif” bile diyemedi.
- “Madem üzerime süngüyle geliyorsunuz, o zaman ben de halka giderim” tavrı koymadı.
Neyse... Daha çok hata var ve hepsini saymaya gerek yok.
* * *
Biliyorum:
- Erbakan’ın aldığı oy nihayetinde yüzde 21 idi...
- DYP gibi her tarafından su alan bir parti ile ortak olunmuştu.
- Erbakan’ın bir stili vardı ve o stil direnişe yatkın değildi.
- Saldırı öyle çok boyutluydu ki adama feleğini şaşırtırdı.
Bunların tabii ki farkındayım.
Ancak...
Her şeye rağmen Refah Partisi’nden daha klas bir hareket beklenirdi.
Olmadı, olamadı.
* * *
Peki bu durumda ne diyeceğiz?
“Refah hak ettiğini buldu” ya da “Hoca layığını buldu” mu diyeceğiz?
Hayır! Ne münasebet!
Çünkü elimizde kapı gibi şu beş ilke var:
BİR: Sivil iktidar hangi hatayı yaparsa yapsın elinde silah bulunan güçlere müdahale hakkı tanınamaz.
İKİ: Elinde silah bulunan güçlerin oyuna karışması, sivil iktidara yönelik bütün eleştirilerin paranteze alınmasına yol açar.
ÜÇ: Sivil iktidar hangi hatayı yaparsa yapsın, elinde silah bulunan güçler oyuna karıştığı anda hepimizin silahlı güçlerin karşısında sivil iktidarın yanında hizalanması gerekir.
DÖRT: Bir sivil iktidarla hesaplaşmak için silahlı güçlerin devreden çıkması elzemdir.
BEŞ: Silahlı güçlerin müdahalesine maruz kalmış sivil iktidarların yaptıkları taktik hataları sayıp dökmek, maksat ne olursa olsun, sonunda silahlı güçlerin müdahalesini meşrulaştırmaya yarar.
Bu beş ilke çerçevesinden olaylara yaklaşırsak...
“Ama Erbakan Hoca da çok hata yaptı kardeşim” cümlesinin herhangi bir değerinin olmadığını görürüz.
CEM Yılmaz, düğününe Yılmaz Erdoğan’ı davet etmiş ama Beyazıt Öztürk’ü davet etmemiş.
Beyazıt da kendi programında önce Cem Yılmaz’a mutluluklar dilemiş, ardından da düğüne davet edilmediği için bin sitem yollamış.
Mutluluklar dilemesi Beyazıt’ın yüce gönüllülüğünü gösterir. Ama keşke sitemini içinde tutabilseydi! Çünkü gönül koymak bir gizli iştir.
İfşa edildiği takdirde...
Gönül koymanın vakur ve mağrur duruşu, ince asaleti falan fena hırpalanır.
(Hürriyet)