Bir dönemin kafa kâğıdı

Eskiler “Para parayı çeker” demişler, ama bu denklem bende farklı çalışıyor; bir anekdot bir başkasını çekiyor... Üstad Alaeddin Yavaşça’nın katıldığı ‘Bizden Nağmeler’ programında ben de bulundum ve onun anlattıklarını buraya da taşıdım ya, bu amaçla elden geçirdiğim kitaplar beni hayli eski zamanlara götürdü.

Önceki yazımda da belirtmiştim, Burhan Oğuz İstiklâl Savaşı’nda ve Birinci Meclis’te bulunmuş İttihatçı liderlerden Yenibahçeli Şükrü Bey’in evinde yetişmiş biri, üvey oğlu; bu özelliği ve mesleği onu hem önemli kişilerle biraraya getirmiş, hem de Anadolu’da ayak basmadığı yer bırakmamış. 1937’den başlayarak günü gününe tuttuğu notlardan yararlanarak yazdığı, bayağı hacimli (780 sayfa), ‘Yaşadıklarım - Dinlediklerim’ başlıklı anılarını okurken öğrenilenler insanı heyecanlandırıyor.

Şükrü Bey Enver Paşa’nın yaverliğini yapmış... Birinci Meclis’te Atatürk’e muhalif İkinci Grup’ta yer almış... İzmir Suikastı sırasında tutuklanıp Kel Ali arkadaşı olduğu için salınsa da ağabeyi Nail Bey yargılanıp asılmış... Evde bu sebeple hep Atatürk’ün aleyhine konuşulurmuş...

Yıl 1935, aylardan mayıs... Atatürk bir dostunun evine Florya’ya gelmiş yanındakilerle, ama dostu o sırada evde değilmiş... Şükrü Bey’in evinden durumu gören Burhan koşup elini öpmüş ve evlerine çağırmış. Yemek bitince, Atatürk, “Eline kâğıt kalem al da karşıma otur” demiş ve ilk soruyu patlatmış: “Söyle bakalım, ‘antropoloji’ nedir?”

Gerisini kitaptan okuyalım: “Fransız Saint Benoit Lisesi’nde okuyordum. Güneş-Dil teorisi de o zamanlar moda olmuştu. / ‘Andropos ve logos, yani insan ve söz, insan ilmi’ dedim.”

“Hayır, bunlar Yunanca değil! Bak, ‘an-in-ins’... Hani ‘ins ü cins’ deriz ya... Logos’un aslı Türk-Yakut dilinde ‘iliko’dur. Yunanlı bunu alıp ‘logos’ yapmış. Bütün ‘loji’ ile biten sözcükler Türkçedir. ‘Arkeoloji’ arkada kalmış oldu...”

Neyse... O günün sonunda Yenibahçeli Şükrü ile Atatürk barışmış; Burhan Oğuz da “Seni mühendislik tahsiline Almanya’ya gönderelim” sözü almış. “Fakat bu arada” diyor anılarında Burhan Bey, “İsmet Paşa devreye girmiş, ‘Kardeşini astığımız adamın oğlunu sen nasıl benimsersin’ demiş. Hatta ‘Ya o, ya ben’ diyecek kadar da ileri girmiş olduğunu Kılıç Ali Bey Şükrü Bey’e söylemiş. İş kaldı.”

Atatürk ziyaret ettiği evin bulunduğu Florya’yı sevmiş, fazla yakın olmasa da evin hizasında bir yerde ona da bir köşk inşa edilmiş. Şükrü Bey’in silâhşorluğu başına dert olmuş; çekemeyenler, “Şükrü Bey öyle bir nişancıdır ki, şuradan tabancayla buradaki ördeği vurur” demişler...

“Bizi apar topar oradan sürdüler” diyor (s. 109-112) Burhan Oğuz...

Devir İsmet İnönü devri. 1947-48 yılları... Çankaya DP’nin yükselişini durdurmak için çareler arıyor... Tavsiye, ‘düşmanı aynı silâhla vurmak’; yani dini konuları siyasete taşımak... İnönü Ticani tarikatı şeyhi Kemal Pilavoğlu’nu Çankaya’ya yemeğe davet edip 1950 seçimleri için ittifak akdediyor. (s. 158).

Çok değerli bilgiler yanında bayağı dedikodular da yer alıyor anılarda; derdim o devirlerin kirli çamaşırlarını dökmek olmadığı için ben bilgilerle yetiniyorum. Bir yerde (s. 545) şu bilgiyi not etmiş: “Geçenlerde Milli Birlik Komitesi Yassıada fotoğraf gelirlerinden Konya İmam (Hatip) Mektebine 300 bin lira vermiş. (Öğle radyosu, İstanbul, 7 Haziran 1961). Aynı günlerde de Konyalılar Eğitim Enstitüsü’nün muvakkaten bu mektebin binasının bir kısmında çalışmasına müsaade etmişler.”

Bir de iş dünyası gözlemi: “Harp sırasında ihtikâr ve karaborsayı sözüm ona önlemek için bir ‘Milli Korunma Kanunu’ çıkarılmıştı. Bu kanuna muhalefetten yakalananlar ağır hapis cezalarına çarptırılıyordu; ama yakalanırsa... İşin asıl sahipleri ortada gözükmezdi. (..) Önde, yüksek ücret ya da prim karşılığı cezayı çekmeyi göze alanlar olurdu.” (s. 137).

Kapak açıldı mı, kapanmak bilmiyor gerçekten...