Ortam karışık, manevi hava keşmekeş, sohbetler çorba olunca, bundan bana da bir pay düştü. Dört çarpı üç (elmalarla armutları toplama yanlışı yapılmıyorsa, toplanacak olanlar sadece elmalar ise, çarpmanın da bir zararı yoktur; yerden ve zamandan tasarruf sağlar) konusunda bir çeşitleme yapacağım.
Bu hususta kopartılan gürültünün mühim sebeplerinden biri, “din hükümlerini ve İslamî hakikatleri ders verecek resmi bir daire”ye (DİB) memur olması gereken çocukların; yani İmam-Hatiplilerin orta kısımda biraz daha fazla dinî ders alarak yetişecek olmaları. Ve de elbette bunlardan kaymakam, savcı, doktor vs de çıkabilecek olması.
Oysa bu feryadı koparanların çoğu bu okulların, halk deyişi ile İsa’ya da Musa’ya da yaranamadığının farkında değiller. Bilindiği veya bilinmesi gerektiği gibi, bu okullarda öğrenciler birkaç “meslek dersi” dışında aynen diğer liselilerin okudukları dersleri okuyorlar. Orta kısım açılırsa, söz konusu dersleri o yıllarda da okumuş olacaklar, hepsi bu. Ve de, bu okullara öğretmen alınırken dinî veya mezhebî hiçbir aidiyet gözetilmiyor. Yani, oradaki öğretmenler de, her memur gibi laik ve Atatürkçü olmak zorundalar.
Diğer yandan, bu okullar özlediğimiz; her derse Allah ismi ile başlayan; atoma, denize, dağa, volkana, buluta, canlıların o girift ve muhteşem âlemlerine Allah dedirten bütüncül bir müfredat anlayışından mahrumlar. Yani, bu okullarda müspet bilimler denilen alanın çeşitli dallarında marifetullah resmen yok.
Bundan dolayı, birçok ehl-i din bu okullara sıcak bakmıyor. Mesela, şu satırların yazarı kendi imam-hatipli olduğu halde, üç oğlundan hiçbirini o okullara göndermedi.
***
“Yurt dışı”na çıkanlar bilir ki, buralara pasaportsuz, bazılarına da vizesiz giriş yapamazsınız. Vize vermek için, dakikalarca ter döktürür, günlerce evrak bekletirler. Pasaportsuz veya vizesiz girmeye kalkarsanız, hayatınızın birkaç yılını hapis ve müşahede altında geçirmeyi göze almalısınız. Bu hususta şefkat abidesi üstadımı dinlersek:
“Evet, yolculara seyahat için vesika vermek bir vazife olduğu gibi, ebed tarafına giden yolculara da hem vesika, hem o zulümatlı yolda nur vermek öyle bir vazifedir ki, hiçbir vazife o vazife kadar ehemmiyetli değildir. Böyle bir vazifenin inkârı, ölümün inkârıyla ve her gün el-mevtü hakkun dâvâsını, cenazelerinin mührüyle imza edip tasdik eden otuz bin şahidin şehadetini tekzip ve inkâr etmekle olur. “[i]
Herkesin bu iman ve hüsn-ü hatime pasaport ve vizesine ihtiyacı olduğuna göre, yani din umumun mukaddes malı olduğu ve olması gerektiğine göre, bu tartışmanın sadece bir tür okulun ve kesimin geleceği üzerinden yapılması yanlış bir algıya yol açmadı mı?
Nişantaşı’na ve Bağdat Caddesine “takılan” gençlerden tutun da ta dağdaki çobana kadar her gün bir başka ad ve yöntemle ayakların manen kayıp gitmesine karşı daha genel, kalıcı, daha salim plan ve programların düşünülmesi gerekmez miydi?
***
On iki yıllık süre ciddi bir ihtiyaçtan mı çıkmıştır?
Şimdiye kadar sayıları milyonları bulan “imalat hataları” sürenin azlığından dolayı mı böyle yetişmişlerdir?
Çek-senet mafyalarının üyeleri az okuduklarından mı bu yola girmişlerdir?
Otuz yıldır milletin imkânlarını mahveden, Allah’ın “O’ndan gafil bir kulu” olan İmralı sakini daha az yıl öğrenim gördüğünden dolayı mı milletin evladına silah çeken bir örgüt kurmuştur?
Gemileri batıranlar az okuduklarından mı bunu yapmışlardır?
Kendilerine yurt savunması için verilen silahları milletin değerlerini yok etmek için kullananlar, okullarda on iki yıllarını geçirmediklerinden dolayı mı bu yola sapmışlardır?
***
İşin meslek öğrenimi boyutuna bakalım. Bir Frenk diyarının başkentinde görev yaparken, bir üniversitenin yetkilisi büromuza gelip okulunu tanıtmıştı. Sohbet sırasında, okullarından, öğrencilerin, muhasebeci olarak mezun olduklarını, ama müfredatlarında muhasebenin bulunmadığını söylemişti.
Esas olan, kişideki temel insani vasıflar ve kilit mesleki becerilerdir demeye getiriyordu. Buradan hareketle diyebiliriz; mesela binlerce makinenin görünüşte binlerce çeşit motoru vardır, ancak bunlar belirli esaslarda birlik gösterirler.
İnsana dürüstlük, doğruluk, sözünde durma gibi temel insanî vasıflar ve bir alandaki temel meslekî beceriler verildikten sonra, her bir becerinin öğrenilmesi için onun yıllarını heba etmek gerekmez.
Önemli olan kişide yaptığı işi en iyi yapma, işinin hakkını verme, kul hakkını gözetme, kendini ömür boyu yenileme ve öğrenme isteklerinin tetiklenmesi, ateşlenmesidir.
Yeni çıkan metot, teknik ve yaklaşımları kavrama ihtiyacı kısa meslek içi kursları ile giderilebilir.
Yani süreye takılıp kalma, nazarları on iki yıla kilitleme gereksizdir.
***
Millî Eğitim Bakanlığımız dört çarpı üçün ikinci dördünde açık öğretime izin verecekmiş. Ancak, bu devrede, kendi inandığından mıdır yoksa birilerinin koparacağı cayırtıdan çekindiği için midir bilinmez, “çocuklar”ın evlen(diril)mesine karşı “önlem” alacakmış. Önemli (!) bir ayrıntı!
Başbakanın, çok doğru bir tespitle ‘en az üç çocuk’ tavsiyesi yaptığı bir ülkede, bu tedbir hiç de akla mantığa, iz’ana uygun görünmüyor. Özellikle, kızlarda, çeşitli sebeplerden ötürü görülen erken ergenlik gerçeği de ortada iken… Ümit ve arzumuz, aynı “önlem”i sevgili karma eğitimimizin kısmen yol açtığı “seviyeli beraberlikler” sonucu gelen istenmedik durumlar için de alması.
***
Dediğim gibi, ortam ve kafam karmakarışık. Bu yıldızlı araların her biri ayrı bir yazıda ele alınmayı hak ediyor.
[i] Said Nursi, Lem’alar, Yirmi İkinci Lem’a, s. 177.