Kendisi “aşırı temkinli” biridir.
Kılı kırk yarar.
En doğru bildiği adımı atmadan önce bile bin kere düşünür.
“Korkusuz”, “atılımcı” ve “cüretkâr” değildir.
İhtiyat kumkumasıdır.
Beşir Atalay, Koruma Müdürü’ne ya da Özel Kalem Müdürü’ne “Deniz Feneri şüphelilerine haber edin... Yarın öbür gün ev ve işyerlerinde arama yapılacak” diye haber uçurabilecek biri değildir.
Kişiliği ve yapısı buna müsait değildir.
Kaldı ki...
“Deniz Feneri Davası” kapsamında Zekeriya Karaman’ın, Mustafa Çelik’in, İsmail Karahan’ın, hatta Zahid Akman’ın işyerlerinde arama yapılacağı apaçık belliydi.
Hatta şunu bile söyleyebiliriz:
Şüpheliler, “ha bugün / ha yarın” diye oturmuş polis baskınını bekliyorlardı.
Sadece şüpheliler mi?
Tüm Türkiye biliyordu şüphelilerin ev ve ofislerinde bir aramanın söz konusu olacağını...
Yani...
Herhangi bir yetkilinin şüphelilere “polis işyerinizi basacak, gereken önlemleri alın” falan diye haber uçurmasına zerre kadar ihtiyaç yoktu.
Arama yapılacaktı ve bu bir “sır” falan değildi.
* * *
Ama yine de...
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği “o telefon trafiği”nin izaha muhtaç bir tarafı var.
Yapılması gereken şudur:
Beşir Atalay, ortada hiçbir boşluk bırakmadan durumu açıklığa kavuşturmalıdır.
- Askeri vesayeti yıkmanın vakti geldi.
- Generallere dokunmanın vakti geldi.
- Osmanlı’yı ihya etmenin vakti geldi.
- Yüksek yargıdaki hegemonyaya son vermenin vakti geldi.
- İsrail’e posta koymanın vakti geldi.
- Yeni bir medya düzeninin vakti geldi.
Fakat ne hikmetse...
Bir tek “türbanlı milletvekili” olgusunun vakti gelmedi.
* * *
Kuşaklar geçti, nesiller değişti...
Türban sorunu nedeniyle üniversiteye giremeyen kızlar, teyze haline geldi.
Muhafazakârların sözlerinin üstüne söz söylenmez oldu.
CHP bile yumuşacık hale geldi.
Fakat ne hikmetse...
“Türbanlı milletvekili” olgusunun vakti gelmedi.
Ne zaman “türbanlı milletvekili” gündeme gelse, AK Parti saflarından hep aynı ses geliyor:
“Şimdi sırası değil”.
* * *
Ben bu zamana kadar “türbanlı milletvekili” olgusuna AK Parti’nin yaklaşımını “ihtiyat” kelimesiyle açıklıyordum.
Bundan sonra bu iş için “ihmal” kelimesini tercih edeceğim.
RUTKAY Aziz’in meşhur “Altın Portakal Nutku”nda dile getirdiği “Işıklar içinde yatsın” temennisiyle ilgili olarak “Nereden çıktı bu tarz bir temenni?” diye sormuştum.
Bir okurum “Işıklar içinde yatsın” deyimini ilk kez eski hukukçulardan Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’dan işittiğini yazmış. Bir başka okurum Melih Aşık’ın sütununda okumuş. Bu dileği ilk kez Mustafa Balbay’ın kullandığını söyleyenler de var.
Bu tanıklıklardan anladığımıza göre...
Işıklar içinde yatsın” temennisinin kökü çok eskilere gitmiyor.
* * *
Gelen mesajlara baktığımda şu izah biçiminin yaygın olduğunu fark ettim:
“Işıklar içinde yatsın” temennisi, “Allah rahmet eylesin” temennisinin yerine kullanılmıyor, çok eskiden beri geleneksel olarak kullanılan “Nur içinde yatsın” temennisinin yerine kullanıyor.
Bu izah biçimine göre...
“Nur” sözcüğü Arapça, “ışık” sözcüğü Türkçe olduğu için “Işıklar içinde yatsın” denilerek bir Türkçeleştirme yapılıyor imiş.
Tabii bu izahı yapanlar, “ışık” sözcüğünün “nur” sözcüğünü tam olarak karşılamayacağını ihmal ediyorlar. “Nur” sözcüğünde bir kutsallık vardır, “ışık” sözcüğü ise bir kutsallık barındırmaz.
* * *
İşin aslı şu:
Kelimeler ve onlara yüklediğimiz anlamlar üzerinden bir bölünme söz konusu...
“Nur” ile “Işık” bölünmesiyle karşı karşıyayız yani.
Tıpkı “Şeker” ile “Ramazan” bölünmesi gibi... Tıpkı “Tanrı” ile “Allah” bölünmesi gibi... Bence hiçbir sakıncası yok. “Herkesin tercihi kendine” der ve geçerim. Yeter ki tercihler, kavgaya gürültüye sebebiyet vermesin.
ESKİDEN bazı sanatçılar, ele geçirdikleri her platformu “yükselen dinci tehlike”ye dikkat çekmek için kullanırlardı.
Kürt sorununda devletin uygulamalarını eleştirmezler, askeri vesayete dil uzatmazlar, düşünce özgürlüğünün önündeki engellerden söz etmezler, insan hakları ihlallerini akıllarına getirmezler, devlete en küçük bir kusur bile bulmazlar, kısacası “riskli” sayılabilecek konulara asla dalmazlardı.
Onlar için tek sorun “yükselen dinci tehlike” idi.
Ben de bu tür konuşmalar karşısında hep yüzümü ekşitirdim.
* * *
Ama artık devir değişti.
Artık muhafazakârlar iktidarda. Hem de öyle sağdan soldan çekiştirilmelere maruz kalmadan oturuyorlar koltuklarında.
Bu durumda muhalif bir sanatçının, bir film festivalinde iktidarı sorgulamasından daha doğal ne olabilir? Rutkay Aziz’e “yükselen dinci tehlikeye dikkat çekmeye çalışan saplantılı Kemalist” muamelesi çekmemenin temel nedeni budur.
“Yenİ iktidarın yeni yancıları” konusunda bir yazı yazdım. Dedim ki:
Adamlar resmen kişisel hırs, kıskançlık ve kin duygularını Başbakan Erdoğan üzerinden tatmin etmeye kalkıyorlar. Kimi hedef alıyorlarsa “Başbakanımız seni içeri attıracak” iması taşıyan cümleler yazıyorlar. Bu durumda olan Başbakan’a oluyor.
Bu konuda şu şekilde eleştirildim:
“Böylesi bir ortamı oluşturan Başbakan’ı eleştirmek yerine, yancıları eleştirmeni yadırgadık. Esas hedef, bu ortamı oluşturanlar ve sürmesine izin verenler olmalıydı”.
Eleştiriyi “haklı bir eleştiri” olarak niteliyor ve bu konuda özeleştirimi vermeye hazır olduğumu beyan ediyorum.
- Çağımızın pop filozoflarından Alain De Botton’un “Ateistler İçin Din” adlı kitabını okuyorum. Şu kadarını söyleyebilirim: Sıfır etki yarattı bende.
- Nasıl da kaçırmışım. Meğer bir süredir muhafazakâr kadınlar için “Âlâ” adlı cicili bicili bir dergi çıkıyormuş. Dergiyi inceledim. İçinde bolca “hanımefendi” kelimesi geçen, her tarafından yapay bir ağırbaşlılık fışkıran, fena halde özenti bir dergi bu... Keşke özenmek yerine özgün olmayı deneselerdi. Sonuç kötü bile olsa saygıyla karşılanırdı.
- Al işte bir özentilik daha: Diyanet İşleri Başkanlığı, “Yaşasın Camiye Gidiyorum” sloganlı bir afiş yaptırmış. Babasının omzunda uzun saçlı ve de sarışın bir çocuk... Çağdaş bir görüntü sunmak için nasıl zorlanmış anlatamam... Ne gerek var böyle şeylere... Babasının yanında tebessüm eden siyah saçlı bir çocuk da kurtarırdı aslında.
- Başbakan’ın annesinin cenazesinde yer alan Bedrettin Dalan’ın çelengi, size de bir yenilginin, bir pes edişin, bir beyaz bayrak sallamanın resmi gibi geldi mi? Siz de kendinizi benim gibi bir parça fena hissetmediniz mi?
- “Behzat Ç” filmi geliyor... Korkmuyorum desem yalan olur. Umarım dizideki performansı korumayı başarmışlardır.