Yıllar sonra sözleşmiş, dostça yemek yemeğe karar vermiştik. Karşılıklı oturduğumuz masada içkilerimizi yudumluyor, belli ki heyecandan ikimiz de yemeklerimize dokunamıyorduk. Hislerimiz ve heyecanımız kesinlikle olduğu gibi eski yerindeydi.
Beynimin içindeki tek soru nasıl oldu da bu hale geldiğimizdi… Sormak için uygun bir soru muydu bilemiyordum. Şansımı denemeliydim. Konuşmak için ağzımı açtığımda, göz göze geldik ve “Neden böyle olduk?” cümlesini kurduk. Yıllar öncesinde de böyle aynı kelimeler, cümleler ağzımızdan dökülür ve kıkırdayarak gülerdik. Şimdi sadece, hala aynı tepkileri vermemize şaşırır gibiydik.
Masada yine uzun bir sessizlik oldu, en sonunda tüm cesaretimi toplayıp onu seneler öncesine götürecek cümleleri kurmaya başladım…
Seda ile tatilimizin son gününe kadar İstanbul’un tadını çıkarttık, Murat çalıştığı için görüşme şansımız pek olmadı. Üniversiteye döndükten sonra da dersler, teknik geziler, vizeler ve finaller derken zaman hızla akıp geçiyordu. İşi dolayısıyla gelemiyor, buluşmalarımız sürekli askıya alınıyordu. Hatta başka biri olduğunu düşünmeme sebep olan davranışları yüzünden defalarca ayrılıp barışmıştık.
Uzak mesafe ilişkisi yaşıyor, ayrılıp barışmalar esnasında iyice güvenimizi kaybediyorduk. Üniversitede son senemizdi, aşk meselelerini hem Seda hem de ben askıya alıp derslerimize asılmaya karar vermiştik. Çalışmalarımızın ödüllerini de sonuçlar açıklandıkça görüyorduk.
Balo planlamasını yapan arkadaşlarımız, “Davetiyeler tükenmeden almayı unutmayın!” uyarısında bulunmasalar, balo bizim aklımızdan tümüyle çıkıp gitmişti. Neredeyse bildiğimiz bütün arkadaşlarımız sevgilileri, nişanlıları ve eşleri ile gelebilecekleri şekilde davetiyelerini ayarlamışlardı. Kimi götürecektim? Şansımı denemek istedim, son bir mesaj dünyanın sonu değildi ya?
Telefonu çantamdan çıkarıp titrek ellerimle şu mesajı yazdım. “Biliyorum uzun zaman oldu. Halini hatırını bile sormadım. Böyle bir konuyla mesaj çekmek de ne kadar doğru bilmiyorum ama mezuniyet balomda yanımda sen ol istiyorum”.
Mesaj iletildi bildirisinin üzerinden saatler geçmesine rağmen hala bir cevap gelmemişti. Sürekli gözüm telefonda idi ama içten içe de ümidimi kaybetmeye başlamıştım. En sonunda beklediğim arama gelmişti. Elim ayağım anında buz kesmiş, boğazım yutkunamayacağım kadar kurumuştu. Heyecanla ve “Lütfen hayır demesin” yalvarmaları arasında kabul et tuşuna bastım.
Arayan o olmasına rağmen konuşamıyordum, ben sessizliğimi sürdürürken Murat yumuşacık sesiyle, “Selam Ece” dedi. İlk konuşmalarımıza dönmüş gibi hissederek ve boğazımı temizleyerek “Selam Murat” diyebildim.
Yarım saatten fazla konuşarak özlem giderdik. Hem bu kadar birbirini seven hem de bir araya geldiğinde kaldığı yerden devam edebilen yegâne çiftlerdendik.
Yüzümde nasıl güller açarak içeri girdiysem Seda yerinden fırlayıp deliler gibi boynuma sarıldı ve “Çok sevindim senin adına” dedi. O, tek başına gitme kararı almıştı. Biz yanında olacaktık, tek de sayılmazdı ne de olsa.
Balo kıyafetlerimizin alışverişine çıkmalıydık. Hemen gününü organize ettik, aşağı yukarı nasıl bir şeyler istediğimizi konuşarak kararlaştırdık. Mezun oluyorduk! Heyecanımız dorukta idi. Günlerin su gibi akıp geçmesini dileyerek, okulumuza gidip gelmeyi sürdürdük.
Balo günü gelip çatmıştı. Seda, ben ve birkaç arkadaş, saçlar ve makyajlar için akşamüstü kuaföre gidecek, onlar oradan taksi ile eve dönerken ben Murat’ı karşılayacaktım. Balo yerine otobüsle gidecektik. Bu yüzden mevki olarak çarşıya yakın arkadaşların evini üzerimizi değiştirmek için kullanacaktık.
Bir saat gibi kısa bir süre içinde, hazırlanıp otobüse bile binmiştik. Balomuz, lüks bir otelin açık alanı olan havuz başında gerçekleşecekti. Öğretmenlerimiz ve eşleri onlara ayrılan masalarında çoktan yerlerini almışlardı. Bizlerde masalarımıza yerleşip, içecek siparişlerimizi verdikten sonra koyu sohbetimize kaldığımız yerden devam etmeye başladık.
Murat, kısacık otobüs yolculuğunda, neredeyse bütün arkadaşlarımla samimi olabilmişti. Şimdi de onu şakalaşıp, gülüşürken izlemek benim için dünyanın en zevkli anıydı. Orkestra slow şarkılar çalıyor, teker teker eşlerini dansa kaldıran öğretmenlerimizi izliyorduk. Murat, yerinden kalkıp elini nazik bir reverans hareketiyle bana uzatınca, elimi avcunun içine süzülür şekilde bıraktım ve yerimden kalkar şekilde doğruldum. Piste yürürken kısacık zaman dilimi içinde kalbimin yerinden fırlayacak kadar hızlı attığına yemin edebilirim.
Sevdiğim adamın kollarındaydım. Gözlerim gözlerinde, o elleriyle belimden sarmış, ben ise ellerimi boynunun arkasında birleştirmiş şekilde dans ediyorduk. Orkestra yemek müziği olarak sanat müziği çalmaya başlayana kadar dansımızı sürdürdük. Murat, yine bütün nezaketi ile elimi bırakmadan masaya kadar getirip, sandalyemi çekip beni oturtturduktan sonra kendisi de karşıma geçip oturdu. Hepimiz, kadehlerimizi havaya kaldırıp mezuniyetimizi kutladık.
Yemekler yendi, hareketli müziklerle herkes yeteneklerini sergiledi ve en güzeli de büyük bir uyum içerisinde halay çekildi. Gece boyu hünerlerini göstermeyen kimse kalmamıştı. Biz eğlencemize doyamamış olsak ki, otelin yakındaki mekânda sabaha kadar DJ eşliğinde dans ettik.
Sabah, arkadaşların evinde üzerimizi değiştirdikten sonra, baş başa bir kafeye gidip güzelce kahvaltımızı yaptık. Saatler ilerledikçe, ayrılma saatine yaklaşıyor olmanın üzüntüsü yüreğimize çökmüştü. Uykusuzduk, hatta ayakta durmakta zorlanıyorduk ama keyfimiz bir o kadar da yerindeydi.
Sessizce bir vedalaşma oldu. Otobüs uzaklaşırken birbirimize el sallayabildik. Bu vedalaşmanın arkasından, birkaç kere daha buluştuk, görüştük. Hem ben, hem de o çalışmaya başlayınca işler tümüyle zorlaşmış, birbirimize vakit ayıramaz hale gelmiştik.
Ben olabildiğince vakit ayırmaya çabalasam da onun iş geliştirme projeleri kapsamında benden uzaklaştığını hissetmekteydim. Ve en sonunda olan oldu. Sabrımın tükendiği bir gün kısa bir masaj attım. “Sana üç ay veriyorum. Bu süre içinde gelmez isen lütfen bir daha görüşmeyelim ve bu güzelce yaşanmış bir aşk olarak kalsın.”
Günler, aylar geçmişti. Mesajıma karşılık olarak bir yanıt alamamıştım. Kızgındım, üzgündüm ve o sayfayı ne kadar da zor olsa kapatma kararı almıştım. Yakın bir ailenin oğlu ile görüşmem istenmişti. Birkaç ay içerisinde de evlenme kararı almıştık.
Siz buna ne dersiniz bilemem ama ben öfke ile belki de hayatımı tümüyle değiştirecek karara evet demiştim. Altı ayı geride bırakmış olduğumuz bir gün Murat’tan telefon geldi. Ona bu haberi verirken, ağlama sesinin kulağıma yıllarca gitmeyecek şekilde kazınacağını hiç düşünmemiştim. Telefonu kapattıktan sonra bir daha hiç görüşmedik ta ki bugüne kadar…
Uzun uzun neden olmadığının sohbetini yaptık, bir iç geçirmek ya da hayıflanmak gibi değil; dostça, arkadaşça. Onca yıl neler yaşadığımızı, hayatımızda nelerin değiştiğini konuştuk.
Birbirimize ayrılan zamanın sonuna, eşlerimizin yanına dönme zamanına gelmiştik. Masadan hesabımızı ödeyip kalktık. Arabalarımızı park ettiğimiz yere yakın bir köşede, tokalaşıp vedalaştık. Ben arabama doğru yürürken, arkasından bakmak üzere döndüğümde onun hala bana baktığını gördüm. Önüme dönüp hızlı adımlarla uzaklaştım. Arabama bindiğim anda gözyaşlarıma hâkim olamayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Bu aşk hikayesi defteri de artık tümüyle kapanmıştı.
Elif Kabakçı – 17.12.2020