- Görsel şölenlerin acemisiyim.
- Koreografinin acemisiyim.
- Dansın acemisiyim...
- Popun bile acemisiyim.
Ama yine de gittim konsere...
“Madem bunca şeyin acemisisin ne işin var oğlum Madonna konserinde” demeyin.
Hiçbiri yoksa bile “devasa bir heves” vardır.
* * *
Aşağıdaki notlar, Milli Görüş’ün 1997 yılında düzenlediği “Fetih Günü Şenliği” dışında herhangi bir stat etkinliğine katılmamış bir aceminin notlarıdır.
Bu durum hesaba katılarak okunsun lütfen...
* * *
- Madonna “provokatör” bir sanatçı... Yaptığı aykırılıklarla “sarsılmaz dünya sistemi”ni ne kadar sarmış bilmiyorum ama bildiğim bir şey var: Vatikan’ı kudurtmuş... Evet, evet... Düpedüz kudurtmuş.
- Sadece Vatikan’ı mı kızdırmış? Sayısız mahremiyeti ayaklarının altına alan, her türden politik figürü aykırılıklarına malzeme yapan birinden söz ediyoruz. Kızdırdığı çok yani...
- Ne demişler, “fazla provokasyon kitle usandırır”. Anladığım kadarıyla şunca zamandır sürdürdüğü sanat hayatında yapılması gereken tüm aykırılıkları yapan Madonna’nın elinde pek “provokasyon malzemesi” kalmamış.
- Fakat Madonna çapında bir provokatör, var oluşunu, ayakta kalmasını, biricikliğini ve efsane oluşunu sadece provokasyonlara bağlayamaz. Yepyeni mecralar bulur kendine. Bulmuş da...
- Madonna şöyle bir mecraya vurmuş kendisini: Her saniyesi planlanmış müthiş bir gösteri... Müziğin, şarkının ikinci planda kaldığı, sinemasal anlatımın, ışığın, sesin, teknolojinin başrolde olduğu bir gösteri...
- Konser falan değildi izlediğimiz: Teknolojinin olanaklarından sonsuz yararlanarak ortaya konan etkileyici ışık ve ses gösterisinden bir tutam alın... Bir tutam da Madonna efsanesinin doğurduğu heyecandan... Bu ikisini “kadına bak ya, bu yaşta bu enerji” hayranlığıyla karıştırın... Elde ettiğiniz karışımın üstüne biraz kostüm, biraz disiplin, biraz harikulade dans gösterisi, biraz da hiç ama hiç aksamayan format ekleyin... Budur... İşte budur. Ortaya çıkan ve herkesin ağzını açık bırakan performans tam da budur.
- ÖZEL YETKİ: Özel Yetkili Mahkemelerin gözden düşme süreci hızlanarak devam edecek.
- TUTUKLULUK: Tutukluluğu cezaya dönüştüren uygulamalarda kısmi düzelmeler meydana gelecek.
- CEMAAT: Cemaat Medyası’nın çeşitli konularda kampanya yapmasının Cemaat’e zarar verdiği görüşü daha sık ifade edilecek.
- ÇEKİŞME: Cemaat ile Hükümet arasındaki çekişme hükümetin zaferiyle sonuçlanacak. “Cemaat” geri çekilecek.
- KÜRTAJ: Verilen tüm demeçlere rağmen iktidar, kürtajla ilgili bir yasa çalışması yapmayacak.
- İDRİS NAİM: İçişleri Bakanı Şahin, uzun bir süre kamuoyu önünde açıklama yapmayacak.
- MUTABAKAT: Başbakan Erdoğan’la yaptığı görüşmenin ardından övgü alan Kemal Kılıçdaroğlu, toplumsal mutabakat arayışını sürdürecek.
- BAŞKANLIK: Erdoğan bu işin peşini bırakmayacak. Tartışmaların daha da alevlenmesini sağlayacak açıklamalar yapacak.
- DİYANET: “Hükümeti rahatlatan fetvalar yayınlama” konusunda biraz daha çekingen davranacak.
- FAZIL SAY: Yurtdışında epey gürültü koptuktan sonra hakkında açılan davadan beraat edecek.
“Tutuklular asla bırakılmasın” diye kampanya yürütenler için, bilhassa da “keskin kalem” Hüseyin Gülerce için yazıyorum:
* * *
Tutuklular asla bırakılmasın demek...
- “Tutuklular peşinen suçludur” demektir.
- “Tutuklama cezaya dönüşmüştür” demektir.
- “Tutuklulara yargısız ceza veriliyor” demektir.
- “Uzun tutukluluktan memnun olmak” demektir.
- “5 yıllık tutuklamalara bile alkış tutmak” demektir.
- “Tutukla ve hapislerde çürüt, hiç sorun değil” demektir.
- Vicdansızlık yapmak demektir.
NURSUNA MEMECAN: “Liderin sözünün üstüne söz mü söylenirmiş” anlayışının pekiştiği bir ortamda “kürtaj yasaklanmamalı” açıklamasını yapan AK Parti Milletvekili Nursuna Memecan...
KEMAL KILIÇDAROĞLU: Şair Abdurrahim Karakoç’un cenaze namazına katılarak dünya görüşü farklılığını, ülkenin değerine saygı göstermeye engel olmadığını gösteren CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu...
TAKVİM GAZETESİ: Kategorik olarak “yandaş gazeteler” arasında sayılmasına karşın “pankart açan gençlere verilen ceza” konusunda dün manşetinden şahane bir tepki gösteren Takvim gazetesi...
- Bakalım ilk önce şu cümleleri kimden işiteceğiz: “Arena’yı doldurmak marifet değilmiş, bakın Madonna da doldurdu, üstelik epey tuzlu bilet parası karşılığında...”
- “Madonna konserine gidilirken ne giyilir” başlıklı birkaç yazı okumuştum. Hepsinin ortak vurgusu şunaydı: “Rahat olun, kasmayın”. Klasik müzik konserine gider gibi giyinmiş erkekleri, ince topuklu ayakkabılarıyla stada girmeye çalışan kadınları görünce “demek ki herkes okumamış o yazıları” dedim.
- Sanatçılar yoğun ilgi göstermiş konsere... Ben sadece Ebru Gündeş’i gördüm. Uzaktan selamlaştık kendisiyle... Ha bir de Meltem Cumbul’u gördüm... Yüz hatlarına “yurtta barış/dünyada barış” ifadesi yayılmıştı.
- Madonna’dan “politik bir mesaj” bekleniyordu. Hiç değilse “benim bedenim/benim kararım” türü bir çıkış... Yakışırdı da kendisine... Fakat heyhat... Hadi “aşırı laik” bir çıkış yapayım: “Korku imparatorluğu” onu da mı sarmış ne!
- Sahneyi çok uzaktan gören bir yerdeydim. “Keşke bir dürbün getirseymişim” dedim. Evet, itiraf ediyorum, bunu dedim.
- İşi bilenler “ses düzeni çok kötü” falan dediler. İyiyle kötüyü ayırt edecek durumda olmadığım için benim için hava hoştu.
- Uzaktan Ertuğrul Özkök’ü gördüm. Üzerinde bir şeyler yazan bir tişört vardı. Okumaya çalıştım, başaramadım. Telefonla aradım kendisini... “Ne yazıyordu o tişörtte?” dedim. “Tansu’nun kararı/Tansu’nun bedeni yazıyor” dedi. “Eylem koydun ha” diyecektim, vazgeçtim.
- Nasraniliğe özgü unsurlarla başladı konser... Sakın hemen “Ne? Yoksa Hıristiyanlık propagandası mı yaptı?” demeyin... İslam’a özgü unsurlarla başlamasından daha iyidir... Çünkü Madonna, ele aldığı unsurlara pek de iyi davranan biri değil.
- Konser sırasında dinleyici bölümlerinde en fazla yapılan geyik şu oldu: “Bir şuna bak, bir de bizimkilere...”
- Konser sırasında Madonna’nın Türkiye karşılığı olarak adı en fazla geçen isim Ajda Pekkan oldu.
- Şarkılara eşlik etme konusunda pek coşkulu değildi kitle... En azından AK Parti İstanbul İl Kongresi daha coşkuluydu. Peki neden? Galiba şundan: Başbakan Erdoğan katılımcıları coşturdu. Madonna ise katılımcıları büyüledi. Yani sorun büyülenenlerin sessizliğiydi.
(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)