Benim mahkemem işini bilir arkadaş

Aziz yıldırım'ı tahliye ettiler...

Tahliye ederken de bastılar hapis cezasını...

Verdikleri hapis cezasını tutukluluğa saydılar.

Ya da...

Tutuklulukta geçen günleri hapis cezasına saydılar.

Böylece...

Gelen gideni götürmüş oldu.

* * *

Ben hayatımda bu kadar eyyamcı, bu kadar idareci, bu kadar kurnazca bir karar görmedim.

Neden mi?

Anlatayım:

* * *

Mahkemeden “hem tahliye, hem de beraat” kararı çıksaydı, ne olurdu?

Ortalık karışır, düzen bozulurdu.

Şunlar olurdu:

- Aziz Yıldırım’a “o zaman beni niye aylardır mahpus ettiniz?” deme hakkı doğardı.

- Aziz Yıldırım ve arkadaşları, hapiste geçirdikleri ayların hesabını sorma hakkını elde ederlerdi.

- AİHM falan Türkiye’ye keserdi cezayı...

- Aziz Yıldırım’a hapiste geçirdiği her gün için bir bedel ödenmesi gerekirdi.

- “Yüce Türk Adaleti” mahcubiyet içinde kıvranmak zorunda kalırdı.

“Hem tahliye, hem hapis cezası”
kararı, işte bu türden arızaları “şak” diye ortadan kaldıran süper kurnazca bir karardır.

* * *

Bu kararla dört kuş birden vurulmuştur:

BİR: Tahliye ile Aziz Yıldırım “yaşasın tahliye oldum” diye sevindirilmiştir.

İKİ: Hapis cezası ile Aziz Yıldırım’da “iyi de ben neden aylarca tutuklu kaldım” sorusunu soracak derman bırakılmamıştır.

ÜÇ: Fenerbahçelilere “başkanınız tahliye oldu, daha ne istiyorsunuz?” denilmiştir.

DÖRT: Fenerbahçe karşıtlarına “hapis cezasıyla Fenerbahçe’nin şikeci olduğunu tescil ettik, daha ne istiyorsunuz?” denilmiştir.


* * *
Sonuç?

Sonuç şudur:

Yüce Türk Adaleti”nin adil olup olmadığı tartışılır ama kurnaz olduğu asla tartışılmaz.

İLK kim buldu, ilk kim ortaya attı bilmiyorum ama sanal âlemde dolaşan bir espri var.

Hem bayıldım.

Hem de manidar buldum.

Espri şu:

* * *

Yazın geldiği nereden anlaşılır?

- Eğer Elif Şafak cicili bicili ve Mevlânâ’lı bir plaj kitabını piyasaya sürmüşse...

- Eğer Serdar Ortaç hepsi aynı ritimde şarkılardan oluşan yeni albümünü patlatmışsa...

- Kırtasiye seven amcalardan...

- Ünlülerle fotoğraf çektirmek için çaba harcayan teyzelerden...

- Zaaflarını anlatmaktan çekinmeyen dayılardan...

- Varını yoğunu sevdiği uğruna heba eden ve en sonunda “ona hepsi helal olsun” diye gülümseyen abilerden...

- Düzenli olarak falcıya giden ablalardan...

- 50 yaşından sonra kendilerini fotoğraf sanatına adayan yengelerden...

Kimseye zarar gelmez.

İSTANBUL’DA meydana gelen olayın ayrıntıları şöyle:

- Damadın halası geline bilezik takıyor.

- Gelin, bileziğin “sahte” olduğundan şüphe duyuyor ve damada “halan sahte bilezik taktı” diyor.

- Damadın nevri dönüyor ve geline saldırıyor.

- Aileler durur mu? Onlar da birbirine giriyor.

- Damat silah çekiyor ve düğün karakolda bitiyor.

* * *

Filmi olur bunun... Hatta dizisi bile...

Şu karakterlere bakın:

- Tartışmalı bileziği takarak olaylara dolaylı olarak sebebiyet veren sinsi bir hala...

- Eşini daha düğün bitmeden dövmeye kalkışan “aile içi şiddet”in sembol ismi bir damat...

- Daha düğün başlamadan halanın taktığı bileziğe kafayı takacak denli kindar bir gelin...

- Ve ani bir kıvılcım karşısında birbirlerine dalan “erkek ve kız tarafı”...

* * *

Ey diziciler!

“Yer Gök Aşk”
saçmalığını, “Muhteşem Yüzyıl” goygoyunu bir tarafa bırakın da yalın gerçeğe odaklanın...

Yoksa bu muhteşem senaryoyu Tarantino’ya kaptırmanız işten bile değil.

LEYLA Zana, Başbakan Erdoğan’dan neler istediğini anlattı.

Şöyle bir baktım talep listesine...

Şunlar var:

- Öcalan ev hapsine alınsın.

- KCK tutuklamaları son bulsun.

- Oslo süreci yeniden başlasın.

- Devlet Kürtlerden özür dilesin.

- Kürtçe eğitim olsun.

İyi de bu taleplerin hiçbiri yeni değil ki...

İyi de bu taleplerin tümü BDP’nin de talepleri...

İyi de hükümet ile Kürt siyasetinin arasının açılmasının temel nedeni zaten bu talepler...

Yani?

Dağ tavşan bile doğuramadı.

Zana’nın görüşmesi Kürt sorununun çözümünde milim oynama sağlamadı.

Sonuçta Zana, hükümetin “kabul edilemez” bulduğunu baştan açıkladığı talepleri, Başbakan’a iletmekten başka bir iş yapmış olmadı.

* * *

Tabanından tepki almayı, partisiyle tatsızlık yaşamayı göze alan Leyla Zana, göze aldığı bunca riske değecek bir çıkış yapmadı, yapamadı.

Artık ezberlediğimiz ezberleri tekrarladı.

İnsan ister istemez söyleniyor:

Madem bilinen ezberleri tekrarlayacaktın bari karizmayı çizdirmeyeydin...

- Bir müşrik geleneği olan ambargoya meyletmek...

- Bir cahiliye âdeti olan linç uygulamasında hiçbir sakınca görmemek...

- Bir müstekbir tutumu olan düşene vurmaya abanmak...

- Bir modern zamanlar uygulaması olan kampanyalardan medet ummak...

- “Kılıcımla düzeltirim” ilkesini unutup parti liderine mutlak itaat etmek...

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)