O devreye girmiş ve Tunceli’de paradigma değişmiştir.
Bu yüzden BDP çevreleri hiç sevmezler Aygün’ü...
* * *
Hüseyin Aygün PKK’ya karşı tutumunu netleştirmiş bir isimdir.
“Terörle bir yere varılamaz” demiştir.
“PKK öncelikle silah bırakmalı” demiştir.
“Örgüt cinayet işliyor” demiştir.
Bu yüzden şiddeti meslek edinmiş örgüt de hoşlanmaz Aygün’den...
* * *
Hüseyin Aygün klasik bir CHP’li değildir.
Klasik CHP’lilerle uğraşmanın tadına varmış iktidar çevreleri, onun karşısında ne diyeceklerini bilemezler.
“Vesayetçi” deseler, olmaz...
“Tek parti dönemini özlüyor” deseler, hiç olmaz.
Bu yüzden iktidar çevreleri de hiç hazzetmezler Aygün’den...
* * *
Hüseyin Aygün 30 yılı aşkın bir süredir devam eden savaşın bitmesini ister.
Barış ister.
Şiddetin şiddeti doğurduğuna inanır.
30 yıllık süreç içinde devletin yaptığı yanlışlara işaret etmekten kaçınmaz.
Şiddeti doğuran şiddete kör ve sağır değildir.
Bu yüzden “devletimiz her daim haklıdır” anlayışında olan ulusalcı ve milliyetçi çevreler de sevmezler Aygün’ü...
* * *
Hüseyin Aygün mensubu bulunduğu partinin tarihindeki yüz karası bir katliamla hesaplaşma azmi ve mertliğini göstermiş bir isimdir.
“Partim zarar görecek” diye Munzur Çayı’nda akan kanı, Dersim mağaralarında fareler gibi zehirlenen günahsız insanları mesele yapmaktan kaçınmaz.
Kendi tarihiyle yüzleşecek, hesaplaşacak kadar delikanlıdır.
“Katliamları gizleyelim, yeter ki parti tarihimize zarar gelmesin” diyen CHP’liler de bu yüzden hiç hoşlanmazlar Aygün’den...
* * *
Hüseyin Aygün kendisine kibar davranıldığında “bana kibar davranıldı” der.
Kesseniz tersini söylemez, söyleyemez.
Politika adına gerçekleri tersyüz etmez.
Hakikati söylemenin kendisine zarar vereceğini bilse de hakikati söyler.
“Her doğru her yerde söylenmez” derler ya...
O her doğruyu her yerde söyler.
“Ya bana PKK’lı derlerse” diye zerre kadar düşünmeden ne yaşadıysa onu anlatır.
Vatansever olmak adına gerçeklerin tersyüz edilmesinin mubah olduğunu düşünenler de sevmez Hüseyin Aygün’ü...
* * *
Ama benim safım net.
Ben Hüseyin’ciyim.
METRİS: Şöyle bir baktım: “Metris’in önü bir uzun alan” değildi. “Metris’in önünde kahveler” de yoktu... Aşinası olduğum “Metris dili ve edebiyatı” inceden zedelendi yani...
MUKAYESE: Silivri Cezaevi’ne girişteki zorlukların derecesi 10 ise Metris Cezaevi’ne girişteki zorlukların derecesi 7’dir... Yine “göz taraması”, yine “üst araması”, yine “kemer çıkarması” falan...
AÇIK GÖRÜŞ: Adalet Bakanlığı’nın izniyle açık görüş yapacağız Cüppeli Ahmet Hoca ile... Geniş, ferah, büyük bir salona aldılar beni... Bekliyorum Hoca gelsin diye...
İŞTE HOCA: Elinde iki adet meyve suyuyla göründü Hoca... Televizyon ekranlarındaki kadar şık değildi... “Hoş geldin muhterem” dedi... Ve karşıma oturdu... “Şeker hastasıyım, bunları hep yanımda bulundurmak zorundayım” dedi ve elindeki iki adet meyve suyunu koydu masanın üstüne...
HOŞBEŞ: “Senin İsmailağa geçmişin var mı?” diye sordu Hoca... “Yeşilcami Kuran Kursu geçmişim var” dedim. Ortak tanıdıklar üzerine konuştuk...
İTİKAT: Sonra beni de şaşırtan bir soru geldi Hoca’dan: “İtikat açısından ne durumdasın?” Cevap verdim: “İtikadımız sağlamdır hoca”. Rahatladı ya da rahatlamış göründü. Şöyle dedi: “İyi o zaman... Her şeyi konuşabiliriz”.
SUNUM: Başladı anlatmaya... Ama ne anlatma! Makineli tüfek gibi konuştu Hoca... “Süre kısıtlı, her şeyi anlatmam lazım” diyerek izah etti bu tutumunu... Bir saat boyunca çerçevesi zekice çizilmiş bir sunum yaptı bana... Hakkındaki suçlamaları önce dini açıdan ele aldı... Ayetlerle, hadislerle, sahabe hayatından örneklerle kendisini haklı çıkardı... Ardından suçlamalara hukuki açıdan yaklaştı: İddiaları boşluğa düşürecek detaylara daldı... Son derece sistematik bir sunumdu bu... Etkilenmedim desem yalan olur.
MORAL: Morali gayet iyiydi Hoca’nın... En önem verdiği isim: Mahmut Efendi... Onun iddialara inanmamasını çok önemsiyor... Cemaat’in de arkasında olduğuna inanıyor... Bir televizyon kanalında vaazlarının yayınlanıyor oluşunu da pek önemsiyor. “İddialara inanılsa o kanal benim konuşmalarımı yayınlayabilir mi?” diye soruyor.
KOŞULLAR: Ziyaretçi akını var Hoca’ya... Kendisini yalnız hissetmiyor. Cezaevi koşullarını ise üzerinde durmaya bile değer bulmuyor.
SORUMLU: Başına gelenlerin sorumlusunu aramak da vazgeçmiş Hoca... Şöyle diyor: “Cemaat biz yapmadık diyor. Hükümet biz yapmadık diyor... Neye inanacağımı ben de şaşırdım”.
İLTİFATLAR: Fırsatını bulur bulmaz şunları söyledim kendisine: “Hangi hatayı yapmış olursanız olun ‘beyaz kadın ticareti’ gibi bir suçlamaya maruz kalmanızı haksızlık olarak görüyorum. Bu yüzden buradayım”. Hoca da şöyle cevap verdi: “Yazılarını hep okuyordum. Gazete köşesinden bana yazdıklarına vaaz kürsüsünden cevaplar verdim. Bunları tatlı atışma olarak gördüm. Şu anda buraya gelmen beni çok mutlu etti”.
ÇIKIŞ: İnfaz koruma memurları uyarıda bulundular: Süre bitti... Musafaha ettik. Helalleştik... Hoca geldiği kapıdan hasta adımlarla gitti... Dışarıda Hoca’nın iki ziyaretçisi daha vardı: Babası Yusuf Ünlü ve “Jet Fadıl” olarak bilinen Fadıl Akgündüz. Onlarla da selamlaştım... Sonra Metris’in gri duvarlarını geride bırakarak uzadım oradan...
AŞAĞIDAKİ notları, “Duaların değişen yüzü” başlığıyla yazılmış notlar olarak da okuyabilirsiniz:
- Bir ara “Duada Atatürk ve silah arkadaşlarının adı geçecek mi, geçmeyecek mi?” diye denetleme yapılırdı. Böyle bir denetleme pek yapılmıyor artık. Ne de olsa “laik duyarlılık” bir hayli geriledi.
- Gelenekselleşmiş dua metinlerinde şu cümleye mutlaka yer verilir: “Kahraman ordumuzu havada, karada, denizde mansur ve muzaffer eyle yarabbi”.
- 10 yıllık AK Parti iktidarının millileşmesi cami hocalarını da epey etkilemiş görünüyor. Geçen gün bir arkadaşım camide hocanın şöyle dua ettiğini söyledi: “Atalarımız gibi dünyaya hükmetmemizi nasip eyle... Büyük devlet olmamızı nasip eyle...”
- İslami değerlerin herkes tarafından paylaşılan değerler olmasını arzu etmek İslami bir arzudur. Ama “Dünyaya hükmeden Türkler” arzusu itikat açısından ne kadar münasip bir arzudur, bilemiyorum. En iyisi bu konuyu “yeşil sarıklı ulu hocalar”a havale etmek.
- Fakat en bomba duayı geçen akşam kulaklarımla işittim. Hoca şöyle diyordu: “İstihbarat birimlerimize güç ve kuvvet ver Allah’ım”. Güldüm ve içimden şöyle dedim: “Hoca acaba MİT’i mi, yoksa Emniyet İstihbaratı’nı mı kastediyor?” Cevaba göre Hoca’nın meşrebini tayin edecektim de...
İÇİŞLERİ Bakanı İdris Naim Şahin “Biber gazımız saf, doğal, bitkisel ve kalite belgeli” demiş.
Bu açıklama umarım şu tür açıklamaların başlangıcı değildir:
* * *
- Coplarımızda plastik madde kullanılmamaktadır.
- Gazımız kalıcı güzelliklere yol açar.
- Plastik mermilerimiz tamamen organiktir.
- İşkencemizden geçenler fit bir vücuda kavuşur.
- Kelepçelerimiz bitki özlü liflerden üretilmektedir.
- Biber gazımızı bir yiyen bir daha yemek ister.
- Yaka paça götürme tarzımız bir tür yoga’dır.
(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)