“Ben daha çocuğum!”



Ama bizim kafamız bu eğitim sistemi oturana kadar rafadan yumurta kıvamına gelir... Oturursa elbette...

Özel okullara giden çocukların dahi dershaneye, özel derslere ihtiyaç duyduğu bir düzende, her sene yeni bir metotla bakalım nereye varacak bu iş...

Benim kızla, Balçiçek’in (İlter) ikizleri, Şelale’nin (Kadak) oğlu acaba üniversite yaşına gelirlerse hayırlısıyla hangi çılgın projeleri atlatmış olacaklar acaba? 444 mü olur 333 mü olur, ne olur ki bunun sonu?

Abbas Güçlü ne demiş bu konuda diye baktım, hak verdim yazdıklarına...

- “Eğitim öyle ya da böyle uzun süredir siyasetin bir malzemesi haline geldi. İktidarıyla, muhalefetiyle, bir an önce bundan vazgeçilmelidir. Bölünmedik bir eğitim kurumları, öğrenciler ve veliler kalmıştı, şimdi onları da kamplara ayırmayalım. Çünkü bunun hiç kimseye bir yararı olmaz...” demiş...

Velinin istediği bir tek şey var, çocuğunun geleceği ile ilgili kafası net olsun.

Çocuğun istediği bir tek şey var, çocukluğunu yaşayabilsin...



Ben ilkokuldayken daha üçüncü sınıfta Anadolu lisesi sınavlarının gerginliği eve hâkim olmuştu. Zaten yeterince gergindik. Test çözme işi o vakitlerde girmişti hayatımıza. Ha babam de babam test çözerdik.

Ben hiç dershaneye gitmedim.

Okulun kurslarına gittiğim, evde özel ders aldığım olmuştur. Annem katı disiplini içinde ödevler bittikten sonra tuğla kalınlığında test kitaplarını önüme koyar “on sayfa, yirmi sayfa” neyse işte o günkü havası, “şu kadar çözülecek” der, işinin başına dönerdi. Ben harıl harıl test çözerdim.

Bir de “genel kültür” meselesi vardı, çok önemliydi!!!

İlkokul öğretmenimiz Semire Sertkaya ne bulursak okumamızı isterdi. Ansiklopediler, gazeteler, dergiler... Sınıfta sık sık bilgi yarışmaları yapardı... Bu sınavlarda ve sonrasında hayatımız boyunca “genel kültür”ün en çok işimize yarayacak olan kısım olduğunu söylerdi...

Yalnız... Bize oyun oynamak için vakit verirlerdi. Deli gibi oynardık.


Haklı da çıktı nitekim...

Anadolu lisesine giremeyenlerin hayatına ortaokulda fen lisesi sınavları gerginliği girdi. Her üç yılda bir bir sınav gerginliği hâkim olurdu yani... Liseye geçer geçmez de üniversiteye hazırlık başlardı...

Birkaç gün önce yazmıştım, bitmez tükenmez bir seviye belirleme sınavıdır gidiyor ömrümüz boyunca diye...

Dershanelerin kaldırılması fikri eski bir öğrenci olarak bile kulağıma hoş geldi inanın...


Bir gün bir veli, “Aklım çıkıyor hava erken güzelleşecek, bahar erken gelecek de çocuk oyun oynamak isteyecek diye. Aman azıcık daha devam etsin şu soğuklar, önümüzde çok önemli sınavlar var” demişti de, bir üzülmüştüm ki...

Bu çocukların dokuz, on bir, on üç, on altı yaşı geri gelmeyecek...

Bir daha çocuk olamayacaklar asla...

Kızıma bakıyorum; servisten inişi, okuldan gelişi, yemek yemesi, ödevini yapması, işte bitti, yatma vakti geldi bile...

Hayatında çocukluğunu anımsayabileceği bir şey yapmaya hiç vakti yok... “Resim yaptım, kitap okudum, dergi yaptım, test çözdüm...”

Sabah gözünü açmaya çalışıyordu birkaç yıl önce.. Çok karanlıktı daha... “Ama anne! Çocuğum daha ben...” demişti... Öyle haklıydı ki.. Henüz beş yaşındaydı...

Ne var ki geleceği için iyi bir öğrenim görmesi gerekiyordu!

Annesi de öyle ezberlemişti...

Bu dershaneler, bu testler, bu bitmez çileler içinde hüzünlü çocukluk yaşayıp “çelik gibi yetişkinler” olmasını bekliyoruz bu çocuklardan.. Güneşi gösteremeden, çocukluğunun özgürlüğüne doyuramadan...

VATAN