“Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda” şarkısını dinlemek hem hoştur hem hüzün verir insana. Ne yazık ki hayat şarkılarda söylendiği kadar romantik değildir. Yollarda beraber yürünür, yağmurlarda beraber ıslanılır ama ortak menfaatler gerektirdiği zaman geçerlidir bu. Kader veya hayatın önümüze getirdiği stratejiler bizi istesek te, istemesek de müttefikliklere, dostluklara, kader birliğine, komşuluğa, dava arkadaşlığına mecbur bırakır. Bakın dikkat edin! Mecbur bırakır diyorum. İşte kaderin, hayatın mecbur bıraktığı dostluklar, komşuluklar, dava arkadaşlıkları, silah arkadaşlıkları kesinlikle gerçek ve samimi olmaz!
Dostluk, silah arkadaşlığı, sınıf arkadaşlığı, komşuluk eğer kaderin, hayatın mecbur bırakmadığı şartlarda gelişmişse, sadece gönüllerde filizlenip yeşermiş ve yine gönüllerde ulu ağaçlar, yüce ormanlar, engin sıra dağlar gibi gelişip büyümüşse işte bu hakiki olanıdır, bakidir ve ölüm dahil hiçbir fani kuvvet bu sevgiyi, bu dostluğu, bu güveni bitiremez.
Dostluk, sevgi, güven başka bir olaydır. İki kul arasındaki sarsılmaz bağdır.’’ Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır’’ sözlerini çok duyarız ama sadece masaldır. Altınlar, gümüşler, makamlar, mülkler, gemiler, hanlar, hamamlar, gemiler, uçaklar kazandırırsın veya sende olan her şeyi halı gibi, paspas gibi onun ayaklarının altına serersin ama kırk yıl değil kırk hafta, kırk gün, hatta kırk saat sonra durumlar, koşullar değiştiğinde dostluk birden düşmanlığa, nefrete, kine, intikam duygularına dönüşebilir.
Ne gariptir ki, ateşli silahlarla fethedilmeye tenezzül edilmeyen ülkeler psikolojik harplerle fethediliyor ve bunun için medyanın televizyon, İnternet, basılı gazete, dergi, radyo, cep telefonu dediğimiz tüm imkanları kullanılıyor ve senaryolar değişse de, konuların özü her nedense hep düşmanlığa dönüşen dostluklar, ihanet çemberleri arasına sıkışmış masumiyetler, entrikaya kurban edilen arkadaşlıklar, kumpas kurulan akrabalıklar, intikam ateşleri oluyor.
Çünkü önündeki ekranlardan, tabletlerden sürekli ihaneti, nankörlüğü, kumpası, paralel dostlukları ve paralel aşkları gören bireyler artık anasına, babasına, evladına güvenemeyecek hale getiriliyor. Güvensizlik mikrobu ruhuna şırınga edilen birey artık birlik, beraberlik, vatan, millet, dostluk çemberinden çıkıyor veya bu çemberden itildiğini, kovulduğunu hissediyor veya bu çemberin içinde kutsal bildiği her ne varsa hepsinin kocaman bir yalan olduğuna hükmediyor.
Güvensizlik, düşmanlık ve ‘’ sen teksin oğlum, anana ve babana bile güvenmeyeceksin, gözünü dört açacaksın!’’ sloganı sürekli ruhunda yankılanan birey, eski dostlarını tamamen siliyor, onlara ait ne kadar gönüllerimizdeki gemilere ,filolara yüklenmiş kadar çok güzel hatıralar varsa, kişi tüm gemileri yakıyor! Yeni dostlar edinmekten ise vebadan kaçarcasına kaçıyor kişi!
Milletin, toplumun bütün bireyleri bu hale getirilince artık o devleti, o vatanı, o ülkeyi fethetmeye, işgal etmeye hiç gerek yoktur , çünkü milletin fertleri artık görünmez prangalarla esir alınmıştır, mankurt yaratıklara dönüştürülmüştür.
Yunus Emre’nin yedi asır önce yazdığı ‘’ Ben dost ile dost olmuşum, Kimseler dost olmaz bana, Münkirler bakıp gülüşür, Selam dahi vermez bana’’ mısraları bugün için de geçerlidir. Çağımızda Aşık Mahzuni Şerif (1940 Kahramanmaraş-2002 Almanya Köln)’’ İşte gidiyorum çeşmi siyahım, Önümüzde dağlar sıralansa da, Sermayem derdimdir servetim ahım, Karadıkça bahtım karalansa da’’ der. Karacaoğlan ise, dört asır önce ‘’ Yürü bire yalan dünya, Sana konan göçer bir gün, İnsan bir ekin misali, Seni eken biçer bir gün’’ der. Aşık Veysel Şatıroğlu (1894-1973 Sivas-Şarkışla) ‘’Dost dost diye nicelerine sarıldım, Benim sadık yârim kara topraktır, Beyhude dolandım boşa yoruldum, Benim sadık yârim kara topraktır’’ diye ağlatır bizi. Neşet Ertaş(1938 Çiçekdağı/Kırşehir-2012 İzmir) ‘’ Hep sen mi ağladın hep sen mi yandın, Ben de gülemedim yalan dünyada, Sen beni gönlümce mutlu mu sandın, Ömrümü boş yere çalan dünyada, Ah yalan dünyada yalan dünyada, Yalandan yüzüme gülen dünyada’’ sözlerini sazının tellerine değil, gönlümüzün tellerine vurarak içimize işler. Hakiki gönüllere sahip halk ozanlarındaki ortak haykırış vefasızlıktır, ihanettir, nankörlüktür, yalandır, riyadır. Bu dünyada gerçek dostluk, hakiki sevgi var mıdır? Elbette vardır ve olmalıdır! Ama kumpas, entrika, yalan, hırs, ihtişam, şöhret, güç , makam, servet, hürmet zehirlenmeleri içinde midesi ile değil, ruhu ile kıvranan kullar böyle bir dostluğu bulamazlar. Siyasetçilerin dostlukları kağıttan gemiler gibidir. Askerin dostluğu olmaz, askerin silah arkadaşlığı olur ve silah arkadaşı asker için dosttan da ötedir.
En hakiki dostluk Allah’ın dostluğudur. Tüm entrikalara, kumpasa, hileye, tuzağa, yalana, riyaya, ihanete, düşmanlığa, savaşlara, makam ve servet hırslarına, güç ve otorite zehirlenmelerine rağmen Allah’ın hiçbir kulundan vazgeçmediği sabit bir hakikattir. Bu nedenle yaratılanı yaratandan ötürü hoş görmek gerekir. Ama biz de muhatabımız gibi yaratılan bir fani bireyiz. Eğer biz hoş görülmüyorsak muhataplarımızca, biz nice hoş oluruz, nasıl hürmet eyleriz?
Bunları düşündüğümüzde çocuklarını, torunlarını gezdirmeyen insanların neden köpek gezdirdiğini, evlerinde besledikleri kedilere neden kırmızı elbiseler giydirdiklerini anlarız. İnsanların iguanaları neden koyunlarına soktuğunu, yılanları neden boynuna doladığını, küçük farelerini neden masasında lüks bir kafeste tutuklarını anlarız. Çünkü insanlar artık kendi türü olan insanlara dost gibi yaklaşsa da yalan gülücükler dağıtıp şakalar, espriler düzse de; İnsanlar artık insanları dost olarak göremiyor.
Veterinerler bundan böyle daha geçerli meslek olacak ve buna ilaveten hayvan psikologları, hayvan psikiyatristleri, hayvan diyetisyenleri meslek kolları hızla yayılacaktır. İşin doğrusu gidişatı bu olan insan insanın dostluğunu da, hayvanın dostluğunu da, papatyaların ve ağaçların dostluğunu da hak etmiyor. Hem doğanın bu masum canlılarından uzak durmamız çok iyi olur.
www.tarazastana.com