New York Modern Sanatlar Müzesi “The Museum of Modern Art (MoMa)” dünyadaki en önemli modern sanat müzeleri arasında ilk üçte yer alır… Müzeden çok konferanslar, sergiler, dükkanlar, restoranlarıyla bir sanat evidir. Bu müzede devam eden bir sergi var… 10 Mayıs 2015’e kadar açık… Serginin adı “Uneven Growth: Tactical Urbanisms for Expanding Megacities” (Düzensiz Büyüme: Genişleyen Mega Kentler için Taktiksel Şehircilik).
* * *
Aralarında İstanbul'un da bulunduğu dünyanın altı büyük kentindeki düzensiz kentsel gelişimi sergiliyor. İstanbul dışında seçilen diğer mega kentler şunlar; Hong Kong, Lagos, Mumbai, New York ve Rio de Janeiro. 2030 yılında, 8 milyar olacak dünya nüfusunun üçte ikisinin kentlerde yaşayacağı ve mega kentlerdeki düzensiz büyümenin toplumların karşılaşacağı en büyük zorluklardan biri olacağı işaret ediliyor.
* * *
Sergi, bu megakentleri gelecekte yaşanabilir kılmak için uluslar arası bir tartışma başlatmayı hedefliyor. Bunun için bu megakentlerden çeşitli çalışmalar sergileniyor. İstanbul için İstanbul’daki uluslar arası mimarlık bürosu 'Superpool' ve Paris merkezli 'Atelier d'Architecture Autogeree’ adlı mimarlık bürolarının çalışması sergileniyor. İstanbul için önerilen çalışmada TOKİ ve benzeri sitelerin daha yaşanılabilir olması için 'Kolektif İşbirlikçi Toplum Oluşumu' (KİTO) projesi hazırlanmış.
* * *
Superpool’dan Selva Gürdoğan ve Gregers Tang Thomsen, İstanbul Art New dergisinin Şubat sayısındaki söyleşide şöyle diyorlar. “İstanbul’un çoğu semti, post-gecekondu dediğimiz yasallaştırılmış ve iyi-kötü bir alt yapısı sağlanmış yerler. Buralarda yüksek katlı bloklardan oluşan ve bazen kilometrelerce uzanan TOKİ veya benzer siteler yapılıyor… Sürekli reklam kampanyalarıyla orta sınıfa bir hayal yaratılıyor. Bu hayal ise en son teknolojik ev eşyalarıyla donatılmış bir apartman dairesi sahibi olmak… Bu sitelerde bir daire sahibi olmak, hayattan izole olmaya, çalışmaya, alışverişe, okula gitmek için yollarda saatler harcamaya, yüksek ortak giderlere rağmen yaratılan hayali gerçekleştirmenin ilk adımı… ”
* * *
Bu düzensiz gelişmeye karşı önerilen 'Kolektif İşbirlikçi Toplum Oluşumu' (KİTO) bir post-kentsel gelişim ajansı… Bu ajansın görevi TOKİ veya benzer sitelerdeki yaşam için insan odaklı çözümler üretmek olacak… Hayal bu ya… Buralarda yaşayanlar bilgilerini, becerilerini paylaşacak, bireysel veya kolektif çalışmalarla yerel yeşil alanlar, site duvarları içinde kendi kendine yeten hizmet alanları yaratacaklar… Gerek İstanbul’da gerekse diğer mega kentlerdeki önerilerle ilgili detaylı bilgiyi MoMa’nın http://uneven-growth.moma.org/ sitesinden okumak mümkün…
* * *
Sergi ile ilgili yazıları okurken bir yandan da İstanbul’u düşündüm… İstanbul’a bir hayli hoyratça davranıyoruz galiba… Divan edebiyatı şairlerinden Nedim’in “Bu İstanbul şehri ki misli benzeri yoktur / Bir taşına bütün Acem mülkü fedadır” dediği İstanbul… Fransız yazar, şair, politikacı Alphonse de Lamartine, “Dünya’da tek bir yer görmek zorundaysan, sadece İstanbul’a bak” diyecek kadar etkilenmiş İstanbul’dan… Veya diğer bir Fransız yazar, seyyah Gérard Labrunie “İstanbul'un göz kamaştıran limanındayız. Burası, muhakkak dünyanın en güzel yeri” demiş…
* * *
İstanbul çok sayıda yazara, şaire konu olmuş, hakkında sayılamayacak kadar roman, şiir yazılmış bir şehir… Ama bunlar arasında yabancı seyyahların İstanbul üzerine yazdıkları benim çok ilgimi çeker… Türk yazarlarda genelde ortak bakış açısı, beğeni egemen olabilir. Ayrıca içinde yaşanılan yerde bir çok şey gözden kaçabilir… Ama yabancı bir seyyah öyle mi… Kendi kültürel birikimiyle ayrı bir mercekten bakar… Bu bakış bazen hayranlık, bazen şaşkınlık ve bazen haset de olabilir. Her şeye rağmen benim ilgimi çeker…
* * *
Yabancı seyyahlar arasında İtalyan şair, yazar Edmondo de Amicis’in ayrı bir yeri var. Tarihçiler onu İstanbul’u en iyi anlatan seyyah olarak niteliyor. Geçtiğimiz 11 Mart ölümünün 97. yıldönümüydü…Istanbul’a ressam Cesare Biseo ile birlikte gelen Amicis, izlenimlerini 1877 – 1878 yıllarında Constantinopoli olarak 2 cilt yayınlamış. Kitapta Biseo’ya ait 183 adet de gravur çizim bulunuyor. İtalyanca eser Fransızca, İngilizce ve Almanca’ya çevrilmiş… (İstanbul - Edmondo de Amicis – Yapı Kredi Yayınları - ISBN: 9789750818110 – İtalyanca’dan çeviren : Filiz Özdem )
* * *
Gemiyle gelen İtalyan seyyah ilk izlenimini şöyle yazıyor; “Gemi şehre yaklaşıyor. Az sonra şehrin iki mil uzunluğundaki bir kısmı ortaya çıktı. Ben de “Suvari ! İstanbul bu mu ?” diye haykırdım. Süvari kolumdan yakalayıp elini ileri doğru uzattı: “Ümitsizliğe kapılmayın! Şuraya bakın” dedi. Bakar bakmaz hayretle bağırdım. Kocaman bir gölge, hala sis tabakalarıyla örtülü epey büyük, yüksek zarif bir bina, bir tepenin üzerinden semaya doğru yükseliyordu. Bir gemici “Ayasofya” diye bağırdı. Süvari de eliyle işaret ederek bağırıyordu: “Sultanahmet Camii, Beyazıt Camii, Laleli Camii, Süleymaniye Camii.” Sis süratle dağılıyor: her tarafta camiler, kuleler, yeşillikler, evler ve yine evler peyda oluyordu… Krallar, prensler, dünyanın kudretli ve zengin insanları, o anda hepinize acıdım. Gemide bulunduğum yer sizin bütün hazinelerinize bedeldi ve İstanbul’a bir bakışımı bile bir imparatorluğa değişmezdim.”
* * *
Edmondo de Amicis, İstanbul’un geleceği hakkında da yazmış… Şöyle diyor; (S. 124-125) "İstanbul'u Galata Köprüsü'nden seyrettiğim zaman, bu düşünce sık sık aklıma takılıyordu. Bu şehir bir veya iki asır içinde ne olacak? Ne yazık! Güzellik medeniyete kurban gitmiş olacak. Tepeler düzleştirilecek, korular yerle bir edilecek, rengarenk küçük evler yıkılacak, uzun dümdüz, birbirine benzer sokaklar İstanbul'u birbirine paralel kocaman yollara ayıracak…”
* * *
De Amicis, derinden etkilendiği İstanbul’dan ayrılışını da kitabının sonlarına doğru şöyle dile getiriyor; “Elveda şarkın güzel ve ölümsüz kraliçesi! Zaman bahtını, güzelliğini bozmadan değiştirsin ve çocuklarım seni bir gün benim seni gördüğüm ve terk ettiğim aynı delikanlı heyecanının sarhoşluğu içinde görsünler.” İtalyan seyyahın dileği pek yerine gelmemiş… Ama yıllar içinde değişen vizyonlar, İstanbul’da yaşayanların da değişen kültürel, politik hatta dini görüşleri kentin çehresini değiştirmiş… Bu değişim kentin yeni mekanlarıyla, çehresiyle kendini göstermiş…
* * *
Duydunuz mu bilmiyorum… Romalılar ‘genius loci’ dedikleri her yerin bir koruyucu cini, ruhu olduğuna inanıyorlardı. ‘genius loci’ daha sonra anlam değiştirerek, “o yerin ruhu” anlamına gelmeye başlar. Norveçli mimarlık kuramcısı Christian Norberg-Schulz ‘Genius Loci’ adlı kitabında (Genius Loci, Towards a Phenomenology of Architecture Rizzoli, New York. 1980) ilk kez mekân ile yerin organik bağından ve bu ikisinin etkileşiminden ortaya çıkan yerin ruhundan söz eder...
* * *
İstanbul’da böyle bir kent galiba… Bir kentin gizemlerine ulaşmak için, ruhunun derinliklerine inebilmek gerekir. O zaman kentin fısıltılarını duyabilirsiniz. Çok eskiden kentlere tılsım yapılırmış. Tarım kenti ise toprağa, su kenti ise denize, göle, kurak ise rüzgara tılsımlanırmış. Bunu de kentin en ulu kişisi yaparmış. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde de İstanbul’a yapılan 17 tılsımı ve bunların efsanelerine yer verilir. (Orhan Yorgancı İstanbul'un Tılsımları (Evliya Çelebi'den Seçmeler) İstanbul, 2010- ISBN : 9786051003757
* * *
İstanbul pek çok zıtlığın harmanlandığı bir kent… Geleneksellikle modernlik, zenginlikle fakirlik, eskiyle yeninin yan yana yaşadığı bir şehir… İnsanın uzaklardayken özlediği ama geri dönüşünde de, içinde yaşarken de aşık olduğu bir kent… İstanbul’dan başka kent yok, ona hoyratça davranmayalım…
İstanbul-Yeniköy kökenli Yunan şair Konstantin Kavafis’in “Başka bir kent yok” adlı ünlü şiiri bunu ne kadar güzel anlatıyor…
“Başka bir kent yok”
Yeni bir kent bulamazsın, arama sakın,
Bir başka deniz de bulamayacaksın.
Nereye gitsen bu kent senin ardından gelecek,
Aynı sokaklarda dolaşıp duracaksın yine,
ve yaşlanacaksın aynı, hep aynı mahallede,
hep aynı evlerde ağaracak saçların.
Ve dünyayı bir uçtan bir uca dolansan da
Dönüp bu kente geleceksin sonunda.