AK Parti’nin Anayasa Komisyonu’na sunduğu öneride, basın hürriyetinin hangi hallerde kısıtlanabileceğine dair uzun bir liste var. Bildiğimiz ve bütün anayasalarda bulunan “milli güvenlik, genel ahlak, kamu düzeninin ve kişisel özgürlüklerin korunması” gibi maddelerden başka, “özel ve aile hayatının korunması, suçların önlenmesi, yargının bağımsızlık ve tarafsızlığının sağlanması, savaş kışkırtıcılığının, her türlü ayırımcılık, düşmanlık veya kin ve nefret savunuculuğunun engellenmesi amaçlarıyla” da basın hürriyeti kısıtlanabilecek...
İstanbul Milletvekili hukukçu Prof. Şentop, dün Yeni Şafak’ta çıkan yazısında bunu savundu. Bu kısıtlama sebeplerinin genelde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nde yer aldığını belirtti.
Bu kısıtlamaların çoğunun bu belgelerde yer aldığı doğrudur. Fakat, AİHS’de bu kısıtlamaların “demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde” uygulanabileceği belirtildiği halde, AKP’nin önerisinde “zorunluluk” şartına yer verilmemiş, olağan hallerde de geçerli olacak kısıtlamalar gibi düzenlenmiştir.
Bunun yanında, hemen bütün anayasalarda bulunan kısıtlama sebeplerine böyle yenileri ilave edilerek yasaklar listesinin uzatılması da önerinin otoriter eğiliminin bir göstergesi...
Nitekim, dostum Prof. Şentop’un da belirttiği gibi, uluslararası sözleşmelerde bulunmayan veya tekrar edilerek güçlendirilen bazı yasaklar da AK Parti önerisinde yer almış, kısıtlama listesi uzatılmıştır.
Öngörülen bu düzenlemeleri olumlu ve sakıncalı yönleriyle sayfalar tutacak şekilde teker teker irdelemek mümkün ama ben bilhassa çok sakıncalı gördüğüm iki konuya burada değineceğim.
Öneride “yargının bağımsız ve tarafsızlığını sağlamak amacıyla” basın özgürlüğünün kısıtlanabilmesi öngörülüyor. Böyle bir düzenleme soruşturma ve kovuşturmaları eleştirilemez hale getirebilir. Halbuki AİHM içtihatlarında belirtildiği gibi, basında yargı süreçlerinin eleştirilmesi bir kamuoyu denetimidir. Değişik “taraf”ların yargıyı kendi yönlerinden eleştirmesi onu tarafsızlığa teşvik eder.
Yargıya hakaret ve baskı ise zaten suçtur, hem Anayasa’da yasaktır, hem TCK’da cezası vardır. Ayrı bir düzenlemeye gerek yoktur.
İkincisi, öneride “suçların önlenmesi amacıyla” basın hürriyetinin kısıtlanmasının benimsenmiş olmasıdır. Bu bana Takrir-i
Sükûn Kanunu’nu çağrıştırdı. Elbette aynı şey değil. Ama unutmayalım, Takrir-i Sükûn’daki temel mantık, Atatürk ve İsmet Paşa’nın defalarca ifade ettiği gibi, “önleyici tedbirler” (tedabir-i mânia) mantığıdır! Sıkı yasaklara yol açmıştır... “İrtica”yı “önlemek” için İstanbul’daki liberal basın susturulmuştu mesela!
AK Parti bununla terör ve kitlevi çatışma ihtimali gibi çok özel durumları kastediyorsa, bunun için “kamu düzeni” gerekçesi zaten vardır, üstelik hukuki tanımı bellidir ve “suçları önlemek” gibi hukuken belirsiz bir kavram değildir.
Uluslararası sözleşmelerdeki kısmen soyut kavramlara dayanmak yerine, onların somut uygulaması olan AİHM içtihatlarına bakmak daha uygun olmaz mı?
Temennim, iktidarın basın hürriyeti konusunda evrensel anayasa hukukundaki kısıtlamalarla yetinmesi, listeyi uzatmamasıdır.
(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)