Başbakan'ın gurbeti, 'Hocaefendi'nin sılası

Bugün Erdoğan, uluslararası sistem içinde de itibar edilen bir lider olmakla birlikte esasen ulusal, Gülen ise pek çok yerde uluslarüstü itibar kazanmış küresel bir karakter

Başbakan Erdoğan’ın hayli nazik şekilde, adeta bir şahsiyete değil de bir ‘Ruh’a sesleniliyor izlenimi veren, gelgelelim örtük biçimde (stratejik olarak) bir ‘egalite’ arayışına dönük olduğu da ileri sürülebilecek “Geri dön” çağrısına Fethullah Gülen’in olumsuz yanıt vereceği belliydi. 

‘Fethullah Hoca’ Türkiye’ye dönmez. O, Amerika’da zirveye çıktı. Bu, aynı zamanda ‘küresel’ bir zirve. Türkiye’ye dönüş, memleketin rakipsiz biçimde zirvesindeki Erdoğan’ın yanıbaşında, dolayısıyla kendi bulunduğu yerden bakıldığında ‘aşağıda’ kurulmuş bir eşitliğe talip olma durumunda bırakır onu... 

Recep Tayyip Erdoğan’ın halihazırda Türkiye’nin en güçlü adamı olduğu, onu benimseyenler kadar reddedenler de dâhil pek çoklarınca hanidir söylenmekte. 

Kanımca bu yaygın değerlendirmeye konulabilecek tek ‘çekince’, Gülen’dir. 

Bu noktadan hareketle Başbakan’ın “Yurda dön” çağrısının, Gülen’den aldığı karşılıkla birlikte düşünüldüğünde aslında son derece ‘zarif bir restleşme’ olduğu iddiasını temellendirmeye çalışalım. Tabii, okurun affına sığınarak sadece satır başlarıyla da olsa bazı tarihsel tekrarlara girmek kaçınılmaz olacak burada... 

‘Cemaat’le ‘Parti’nin yollarının ne şekilde buluşup aslında ta en baştan ihtiyatlı bir ittifakla bugüne kadar nasıl gelindiğini bilen biliyor. ‘Perçin’i ‘28 Şubat’ın attığı söylenebilir. Ondan öncesinde her iki taraf da halince kendi yolundaydı. Liderlikler de öyle... 

Gülen’den başlayalım!.. ‘Fethullah Hoca’ önce (1970’lerde) bölgesel/mahallî bir güçtü. ‘12 Eylül’ (1980) onu ulusal/millî bir güç haline getirdi. ’28 Şubat’ (1997) da küresel/beynelmilel bir güç yaptı onu...
‘28 Şubat’çıların laisist-İslâmofobik ‘gözlüğü’, toptancı bir bakışla Erbakan’la Gülen arasındaki ‘kritik’ farkı göremedi. ‘Necmettin Hoca’yı ‘haletme’ yoluna giden darbeciler, aslında ona ‘muarız’ (karşı) konumda olan ve darbeye açıktan cephe almamış, hatta kısmen olumlayıcı tutum takındığı söylenebilecek ‘Fethullah Hoca’yı da okka altına götürme noktasına geldiklerinde o, ‘Elveda Türkiye’ dedi. 

Ve tabii ‘Merhaba Kainat’ da dedi. 


28 Şubat sürecinde laisist-İslâmofobik ‘talih’, Erdoğan’ın yüzüne de güldü. Ancak bilindiği gibi o, Erbakan’a ‘muarız’ olmayan, aksine ‘talip’ olmuş bir yörüngeden geliyor. Bununla birlikte 28 Şubat’a giden sürecin acı deneyimlerinden de ders çıkararak ‘Hoca’sının anti-kapitalist çizgisinden kopuşla, bir liberal (pro-kapitalist) İslâm ‘mutasyon’u doğrultusunda 2002’den itibaren süratle zirveye yükseldi.
Fakat farkı farketmek gerek. Bugün Erdoğan, uluslararası sistem içinde de itibar edilen bir lider olmakla birlikte esasen ulusal bir karakter... Gülen ise pek çok yerde uluslarüstü itibara ‘mazhar olan’ küresel bir karakter... Mutlaka ki onunla temsil edilen harekete dünya üzerinde olumlu ve sempatiyle yaklaşanlar kadar tereddüt ve antipatiyle yaklaşanlar da var. Ama bu karşıtlık motivasyonu bile ‘Hocaefendi’nin küresel bir güç olma kapasitesinin ‘tersten tescillenmesi’ anlamına geliyor. 

Bunlara, dinsel bir terminoloji eşliğinde, Gülen Hareketi’nin ‘ekümenik’ olduğu da eklenebilir. Buradan, “Teşbihte hata olmaz” diyerek şöyle devam edelim: Gülen’le Erdoğan’ın ilişkisi bir bakıma ‘Papa’ ile Almanya Başbakanı’nın ilişkisine benzetilebilir. Hatta Gülen’in Erdoğan karşısında ‘kurumsal’ anlamda (yani ‘Hareket’i itibarıyla) ekonomik ve politik etki kapasitesinin, Papa’nın yine ‘kurumsal’ olarak Almanya Başbakanı karşısındaki etkisine kıyasla daha fazla olup olmadığı dahi tartışılabilir. 

Hâl böyleyken Gülen, Amerika’yı, sahip olduğu ‘ekümenik’ güce daha yaraşır bu küresel merkezi bırakıp Türkiye’de marjinalleşme riskine niye girsin?! Gülen için Amerika, Papa için Vatikan neyse odur.
Ayrıca küresel ölçekte böylesi bir marjinalleşmenin Erdoğan karşısında, halihazırda kendisinden yana olan ‘asimetri’yi hızla bozacağını bilmez mi o?! 

Hasılıkelâm, ‘Hocaefendi’ doğru olanı yaptı. Başbakan ‘sıla’ ve ‘gurbet’ retoriğiyle onu ‘kalpten’ yakalamaya çalıştıysa da onun verdiği karşılık, ‘küresel oyun’u nasıl da kurallarına göre oynadığını göstermesi bakımından ibretlik ders niteliğinde. ‘Tevil etmek’ gerekirse, karşılık şu: Bu devirde sıla gurbettir, gurbet de sıla...

(Radikal gazetesinden alınmıştır)