Başbakan’ın geciken kanser açıklaması


“Hasta mahremiyeti”, bugün insanlığın temel haklarından biri olarak kabul ediliyor.
Kimsenin bunu ihlal etmeye hakkı yok.
Ama öte yandan bir siyasetçiyseniz, hele de ülkenin kaderine tek başına hükmeden bir başbakansanız, ne yazık ki o beden sizin olmaktan çıkıyor; sağlık durumunuz, pazardaki adamın cebini, iç ve dış politikanın seyrini, ülkenin geleceğini etkiliyor.
O yüzden de herkesin ilgi alanına giriyor.
* * *
Bu durumla baş etmenin en iyi yolu şeffaflık politikasıydı. Başbakan’ın samimiyetle ortaya çıkıp sağlık durumunu açıkça kamuoyuyla paylaşmasıydı.
Öyle yapmadı.
Bu konuda sonuna kadar, ısrarla sustu.
Tam bir ketumiyet politikası uygulayarak yakın çevresini, basın danışmanlarını da susturdu.
“Böyle olmaz. Beyaz Saray, Amerikan Başkanı için haftalık sağlık raporları yayınlıyor” diyenlere kulak asmadı.
Sonuç ne oldu?
İnternetle tirajını katlayan fısıltı gazetesi devreye girdi.
Başbakan’ın yakın çevresine verdiği “Kimse bu konuda konuşmasın” talimatının inadına, kimse bu konudan başka bir şey konuşmaz oldu.
* * *
Sanki her evde, Başbakan’ın hastalığını tedavi eden birinin bir tanıdığı vardı.
“Ameliyat eden doktor, bizim hala oğlunun hımsıymış. Ondan duymuş...”, “Hastanedeki hemşire kesin diye söylemiş...” tadında sürüp giden sohbetler hep kesin yargılarla bitiyordu.
Yedi hafta aralıksız süren bu spekülasyonlardan sonra nihayet Mehmet Ali Birand, Başbakan’a gazetecilerin çoktan sormuş olması gereken, nedense soramadıkları soruyu sordu.
O da “Kanser değilim. Bağırsaklarımda polip tespit edildi. Ama kanser çıkmadı” diyerek tartışmalara noktayı koydu.
Birand da “Ben de kanser tedavisi gören, kemoterapi olan bir insanım. Bunun insanı nasıl sarstığını çok iyi bilirim. Birine bakınca kolaylıkla kemoterapi görüp görmediğini anlarım. Baktım, anladım. Hayır, (Başbakan kemoterapi) görmüyor” diyerek bu açıklamaya kefil oldu.
* * *
Şimdi ilk soru Başbakan’a:
İki kelimelik bu açıklamayı 7 hafta önce yapsa da bunca dedikoduya, onca tartışmaya baştan engel olsa daha iyi değil miydi?
İkinci soru medyaya:
Bülent Ecevit’in ne günahı vardı ki, her köşe başında kendisine sağlığı soruldu, hastane raporları elden ele gezdi, evinin içinde yaşanan en mahrem anları, insafsız köşe yazılarına konu oldu?
Ve son soru kimi Erdoğan muhaliflerine:
Oturduğunuz yerden bir liderin sağlığı üzerinden istikbal hesapları yapmaktansa, bir zahmet aksiyoner muhalefet etmeyi öğrenmenin daha geçerli bir yöntem olduğunu anladınız mı?
Kıssadan bu hisselerle Başbakan’a sıhhatler dileyelim ve lütfen hastalığa dair yakışıksız geyik muhabbetini artık keselim.