Dendi ki:
- İnançları “doğruluk” ya da “yanlışlık” açısından değerlendirmek başbakanların işi değildir.
- Başbakanlar vatandaşlarının inancını tanımlayamazlar.
- Başbakanlar bir grup vatandaşına “siz yanlış inanıyorsunuz, doğrusu şudur, buna inanacaksınız” diyemezler.
- Bir inanç grubunun ibadethanesinin neresi olacağına karar vermek başbakanların işi değildir.
- Başbakanların görevi vatandaşlarının inancını teolojik açıdan sorgulamak değildir, vatandaşlarının inançlarını özgürce yaşamasının önünü açmaktır.
- Farklılıklara tahammül ve anlama çabası, demokrasinin olmazsa olmazıdır.
Fakat görüyoruz ki:
Başbakan Erdoğan bütün bu yazılıp çizilenleri gayet iyi anladığı halde, hiç görmemiş, okumamış gibi yapıyor.
Atlıyor. Atlamak istiyor.
Bu hususlara zerre kadar girmiyor.
Neden?
Çünkü Başbakan, Aleviler konusunda bir karar vermiş durumda.
* * *
Başbakan Erdoğan “içinden” şunları söylüyor:
- Alevilerin bana oy vermesi mümkün mü? Değil.
- O zaman ben ne diye Alevileri ikna etmek için uğraşayım ki?
- Oylarını her halükârda Kılıçdaroğlu’na verecek Alevilerin haklarıyla uğraşmak yerine Sünni büyük çoğunluğun gönlünü fethetmek için uğraşsam nasıl olur?
Daha süper olur.
- “Cemevi ibadethane değildir” desem kaç oy kaybederim? Sıfır... O zaman “cemevi ibadethane değil” derim.
- Ucube gibi camiler yapılıyor... Tamam... Ama bunu söylersem oy kaybı olur... “Ucube gibi cemevi” dersem kaç oy gider? Milim oynamaz.
- Hem elimde mis gibi “Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse en büyük Alevi benim” cümlesi var... Bu cümleyi de attım mı ortaya mesele kalmaz.
* * *
Başbakan Erdoğan’ın Alevi politikasını belirleyen cümleler bunlardır.
İçinde “oy kaygısı” olan ama “ilke kaygısı” olmayan bir politika...
Hayırlı olsun.
GEÇMİŞ dönemlerde politikacılar şöyle cümleler kurarlardı:
- Biz analarımızın başörtüsüne karşı değiliz, türbana karşıyız.
- Türban siyasi simge... Parayla türban takanlar var.
- İslam’da baş örtme var mı?
- Ne yani? Başını örtmeyen Müslüman değil mi?”
Bu cümlelerle Başbakan Erdoğan’ın şu cümlelerini ben fena halde birbirine benzettim:
- Cemevine karşı değiliz, cemevinin ibadethane olmasına karşıyız.
- Cemevi için gürültü yapanlar ne cami bilir, ne cemevi...
- İslam’da cemevi yoktur. İbadethane camidir.
- Ne yani? Camiye giden Alevi yok mu?
BAZI çevrelerden hep aynı türden serzenişler geliyor:
“Aslan gibi ordumuzun pençelerini söktüler / Evcilleştirdiler orduyu / Kuzu gibi yaptılar / Ordu siyasette devre dışı kaldı / Gıkı bile çıkmıyor koca ordunun” falan...
* * *
İyi ki de evcilleşti ordumuz.
Böylece...
- Hem siyasetin ve toplumun denetimine girmeyen silahlı bürokrasi, siyasetin ve toplumun denetimine girmiş oldu.
- Hem de “nasıl olsa ordumuz var” deyip yan gelip yatmayı alışkanlık haline getirenler “başlarının çaresine bakma” durumunda kaldılar.
İki açıdan da: Oh mis!
ABDÜLHAMİD’İN beşinci kuşaktan torunu Nilhan Osmanoğlu evlilik hazırlıkları içindeymiş.
Devleti yönetenlerden şöyle bir ricada bulunmuş:
“Düğünümü dedemin sarayı olan Dolmabahçe’de yapmak istiyorum”.
* * *
Nilhan Hanım, madem Dolmabahçe için “Dedemin Sarayı” diyor ve madem “saltanat” kaldırılmamış gibi yapmayı tercih ediyor...
O zaman kendisine şunu tavsiye edebiliriz:
Saltanat kaldırılmadan önce...
Bütün Osmanlı toprakları sultanın mülkü sayılırdı...
O bakımdan düğünü herhangi bir İstanbul otelinde yaptığında da “dedesinin mülkü”nde yapmış gibi olur...
Saray için “ricacı” olmaya falan gerek yok yani...
- Cem Yılmaz’ın kayınpederi ilginç bir kişilik... İnceden komik de... Damadı kadar olmasa da bir potansiyel taşıyor gibi...
- Olimpiyatlara gidip madalya alamayan her sporcumuz aynı şeyi söylüyor: “Aşırı motive edildik”. Şu motive eden şahsı bulup cezasını kesmeliyiz. Ulusça...
- Sporculara baskılı motivasyon yapan kişi Bakan Suat Kılıç olabilir mi? Ben ondan şüpheleniyorum da...
- Başbakan’ın “İlker Başbuğ içeride olmamalı” açıklamasından sonra İlker Başbuğ üç vakte kadar çıkacak.
- “Şehit haberi sunarken şarkı söyleyen spiker” konusunda atıp tutanlara sormak isterim: Her şehit haberi duyduğunuzda siz ne yapıyorsunuz?
- Keferenin Londra Olimpiyatları varsa, bizim de Türkçe Olimpiyatlarımız var.
- Levent de agnostik olmuş... Ülkemizde agnostiklerin sayısı giderek artmakta...
- Türkiye’de tanıtım işini işlerinden daha iyi yapan isimler listesinin en başında Ferhat Göçer yer alır.
BAZEN listeler yapıyorum.
Madem “Gelmiş geçmiş en iyi 10 film” listesi bile güncelleniyor, o halde ben niye “hangi film ne zaman izlenir” listesini güncellemeyeyim?
Buyurun, yeni güncel liste:
* * *
- İçinde Nazi, Hitler, toplama kampı geçen her türden İkinci Dünya Savaşı filmleri... Bu tür filmleri izlemek için hava kararacak ama vakit geceye sarkmayacak.
- Ağababası “Ben-Hur” olan klasik tarihi filmler... “Vikingler”, “Spartacus”, “Taras Bulba” gibi... Öğleden sonraları bu filmler için idealdir.
- Kafa dağıtmak için seyredilen C sınıfı şapşal aksiyon filmleri... Sadece uyku tutmadığında... Başka zaman olmaz.
- Agatha Christie romanlarından uyarlanan her türlü film... Ya da “katilin filmin sonunda belli olduğu” ağır akan cinayet filmleri... Geceye doğru iyi gider.
- Fonda “İstanbul’un güzellikleri” olan her türlü eski siyah-beyaz Yeşilçam filmi... Afyon patlamadan bile gider... Kahvaltı filmleridir bunlar.
- “Fargo”, “Seven” gibi başyapıtlar... Zamansızdır bu filmler... Göreceğin geldiği zaman izlersin.
- Romantik komediler... Kadınlarla izlenir... Vaktini de kadınlar belirler.
PARDON ama...
- “Vuralım... Kıralım... Yok edelim... İnlerine girelim... Operasyon üstüne operasyon yapalım” diyenler de büyük çoğunluk...
- “Bedelli çıksın... Biz bedelli istiyoruz... Bedellinin kapsamı genişlesin... Bedelli de bedelli...” diyenler de büyük çoğunluk...
Ne iş?
(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)