Başbakan noktayı koydu! Peki şimdi ne olacak?
Tamam. Elbette ki o açıklamaların içinde en dikkat çeken ve kamuoyunu en cezbeden kısım MİT meselesiydi.
Ancak... O gün, o meseleye girilmemiş olsaydı eğer yine manşet olacak kadar önemli bir konu da "AK Parti'de 3 dönemden sonra yeniden seçilememe düzenlemesi hayata geçecek mi?" sorusuna verilen cevaptı.
Bilmiyorum abartıyor muyum? Ama itiraf edeyim ben Başbakan Erdoğan'ın "Siz hep yazmadınız mı 'bu koltuğa oturan kalkmayı bilmez!' İşte bunun için. Biz bu partiyi kurarken enine boyuna konuştuk. Eskisi gibi mi olacağız? Partide hücre yenilemesi yapacak mıyız? Ve karar verdik ki, artık Türkiye fanilerle yürümeyi değil, ilkelerle yürümeyi bilmeli. Tayyip Erdoğan fani. Öldü. İşte o zaman ne olacaksa şimdi de onu yapmak lazım. Olayı faniler üzerine bina etmeye çalışırsak hareket hiçbir zaman beklediğimiz gücü kazanamaz. Süremiz dolduğunda partimiz bize hangi misyonu biçtiyse öyle çalışacağız!" ifadeleri karşısında çok şaşırdım.
Evet. Tüzük gereği, 3 dönem üst üste Meclis'e giren bir siyasinin, AKP'de milletvekili olarak siyaseti sürdürmek istemesi halinde bir dönem ara vermek zorunda olduğu biliniyordu. Gerek gazetecilerle, gerekse siyasilerle yaptığım sohbetlerde bu konu gündeme muhakkak geliyor ve tartışılıyordu. Sorulduğunda da, AB Bakanı Egemen Bağış gibi partinin yetkin isimleri tüzükteki söz konusu maddenin pratiğe muhakkak döküleceğini net biçimde dile getiriyordu.
Ama vallahi ben inanmıyordum! Çünkü siyasetin yenilenmesi ve gelişmesi açısından aslında son derece doğru olan böyle bir yola biz millet olarak alışık değiliz! Biz, Başbakan'ın da ifade ettiği gibi, hep oturduğu koltuktan kalkmayı bilmeyen, koltuğa yapışan ve hatta koltuğu ile gömülmek arzusunda olan siyasilere alışığız.
Haksız mıyım lütfen siz söyleyin?
"Sayın" desem, kaç lider sayabilirsiniz bana, "kendi rızası ile koltuğunu başkasına devreden!" Hatırıma bir kişi geliyor. O da rahmetli Erdal İnönü'dür. Onun genel başkan olduğu dönemde ben de SHP gençlik kollarındaydım. Toprağı bol olsun. Çok tatlı bir adamdı ama lider olamayacak kadar sade bir kişiliğe sahipti. Sevmiyordu siyaseti. Sırf soyadı hasebiyle getirildiği o koltuk, etrafındaki kalabalık onu boğuyordu. Daraltıyordu. Hiç unutmam. Mesela bir keresinde miting için geldiği Avcılar'da meydana doğru yürürken bir anda kaybolmuştu ortadan. Tüm partililer deliye dönmüştük. Bir süre sonra elini kolunu sallayarak çıkıp gelmişti rahmetli. Ahalinin o panik halini görünce de, "Kusura bakmayın arkadaşlar. Sevinç'e bir telefon açmak istedim" demişti. O zamanlar cep telefonu yoktu. Meğer rahmetli caddede yürürken yanından geçtiği telefon kulübesine "küt" diye dalmış. Çok sevdiği eşinin en azından sesini duymak için.
Neyse... Konu nerden nereye geldi. Diyeceğim o ki; yalan yok! Başbakan Erdoğan'ın ağzından kulaklarımla duyana kadar inanmamıştım tüzükteki söz konusu kararın uygulanabileceğine.
Hep, "Derler ama iş oraya gelince de, 'Halk böyle istiyor' argümanına sarılıp sonunda yine dümeni kırarlar" diye düşünmüştüm. Ama değilmiş.
Benim bildiğim Başbakan o keskin ifadeleri kullandıktan sonra asla dümeni kırmaz artık! Kırmaz da... Sonrasında ne olur?
Diyelim onun Çankaya'ya çıkabilme olasılığı var. Peki ya diğerlerinin? Kabinede görevli bakanlar dahil bütün yol arkadaşları ne yapacak önümüzdeki dönem? Mesela Binali Yıldırım, Egemen Bağış, Taner Yıldız, Ali Babacan, Ömer Çelik, Fatma Şahin ve ismini sayamadığım onlarcası?
Öyle ya! Hepsi de bir dönem kenara çekilip bekleyecek değil! Valla... Ortalık karışacak ama ne yapayım? Başbakan'ın kesin ve net tavrını ortaya koyduktan sonra
Şanghay'dan Ankara'ya varana kadar uçakta dönen o müthiş kulisleri nasıl yazmayayım?
Yazayım. Yazayım ama isterseniz onu da pazara bırakayım...
SABAH