Başbakan İpin Ucunu Kaçırdı!

Yağmur birden bastırıyor...

Pencerenin camını kapatıyorum.

Bahçe durgun, ağaç dalları rüzgârın çoğalan gücü karşısında eğilip bükülüyor.

Tahtalardan daha yassı bir su, sanki serçe sağanaklarıyla ıslanmış.

Salonun duvar kâğıdı, lacivert, sarı ve mavi...

Milyonlarca mavi gözyaşı, şehit cenazeleri, Uludere katliamıyla birleşirken, pencerenin çınlanan kanadı yüreklerimizi dağlıyor.

Kapkara gök, çakan şimşek ve o kulakları çınlatan gürültü.

Babasının bayrağımıza sarılı tabutu başında oturan o çocuğun fotoğrafı...

Uludere bombardımanında 13-14 yaşındaki oğlunu yitiren acılı anne...

Yağmurlu bir sabah çocuksu gülüşleri bile alıp götürüyor. Acıları çoğaltıyor yüreklerde. Kör bir inanç kuşatıyor çevremizi.

O Kayseride noktalanan kör terör umutlarımızı alıp götürüyor birden...

***

Yağmur yağıyor...

Böyle havalarda hüzünlenirim ben!

Pencereden ağaçların ve çiçeklerin titreyişini seyrederken, Başbakan Erdoğanın gündemi değiştirmede ne denli usta olduğunu, gazetecilere nasıl gözdağı verdiğini düşünüyorum.

Başbakan daha sakin olamaz mı?

Uludere olayı sonrası zil takıp oynayan ölü sevicilerolarak nitelediği siyasetçilere, bu konuda yazı yazan gazetecilere onların tasmalarını biz çıkardıkdiyerek hakaret eden bir başbakan...

Gazetelere bakıyorum, bu konuda gazetecilerin bir karşı tavrı yok!

Bir korku imparatorluğu yaratılmış!

Başbakan gazetecilere hakaret edecek, aşağılayacak ve bizler ağzımıza kilit vuracağız.

Yağma yok!

Hem askeri hem de sivil vesayete karşı çıkmak, demokrasiyi, özgürlükleri savunmak, terör nereden gelirse gelsin bir insanlık suçu olduğunun sık sık altını çizmek her yurtseverin görevidir.

İster gazeteci olun, ister politikacı, ister emekçi...

Gazetecinin görevi halkı bilgilendirmek...

Güneydoğuda PKK okul, yurt, dershane bombalarken de susmayacağız...

O okullar, yurtlar, dershaneler cemaatlerin de olsa, devletin de olsa, yakıp yıkan PKK terörüne karşı toplum olarak tepki göstereceğiz.

Çünkü vicdanımız var, insani duygularımız var!

***

Başbakan gerçekten gündem çevirme ustası...

Erdoğan kürtajı cinayet olarak nitelendirdi, sezaryenle doğuma karşı çıktı, ardından da yeni bir bomba patlattı:

Tasmalarını çıkardık!

Tasmanın kimlere takıldığını kendisinin bildiği gibi biz de biliyoruz...

Bu ağır sözleri söylemeye hakkı yok Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının...

Musa Kartın kedili karikatürüiçin dava açan kendisi değil miydi?

Kendisini eleştirenlere karşı yasal yollara başvuran, bununla yetinmeyip o gazetecilerin üzerine çizik atan Başbakan, Uludere olayının üzerine giden köşe yazarlarına açık açık şöyle diyor:

Sizin tasmalarınız askerin elindeydi... Onları zindana attık, sizi kurtardık... Şimdi tasmalarınız uluslararası güçlerin elinde...

Uçan kuşun izini sürer gibi muhalif gazetecilerin ne yiyip ne içtiğini bile bilen istihbarat örgütleri, çıkarsın hangi yazarın uluslararası güçlerle ilişkili olduğunu.

Bu kadar basit!

***

Başbakan ipin ucunu kaçırdı!..

Açıklamalı Başbakan, tasmanın bir dönem kimlerin boynunda olduğunu...

Bugüne değin beni hiçbir asker, hiçbir sivil azarlamadıve yönlendirmedi...

12 Martta, 12 Eylülde kimseye boyun eğmedim... Ne patronlara ne de siyasetçilere, egemen güçlere!

Gazetecilik yaşamımda da bildiğim yolda yürüdüm...

Benim sık sık vurguladığım şu:

Ne şeriat ne de darbe!

Bugün Türkiyede 12 Eylülün yasaları uygulanıyor... Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını anmaya giden çocuklarımız tutuklanıyor... Parasız eğitim isteyen üniversiteli gençlerimiz zindana atılıyor...

Evet!

Bir sis perdesi denizin üzerine inerken, yağmur hızını biraz olsun kesiyor.

Gözlerimi yumuyorum bir süre...

Sonra başımı gökyüzüne çevirip bahçedeki çiçeklere ve ağaçlara bakıyorum...

Ne zaman gelecek benim ülkeme demokrasi ve özgürlükler?

Ne zaman!

Ben de kendi adıma, T24te yazan arkadaşım Aydın Engin gibi sesleniyorum:

Tasması vardı biz çıkardık diyenlerin alnını karışlarım!

Hodri meydan!..

(Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır)