Her iki sualin de cevabı ne evettir, ne hayır! Çünkü çok karmaşık konulardır.
Barzani ile PKK arasında evvela bir Kürtlük duygusu beraberliği vardır. İkisi de birbirlerine karşı açıktan cephe almayı, genel Kürt kamuoyu bakımından istemezler; yayınlarında ve sözlerinde bunu görüyoruz... Ama aralarında ciddi ihtilaflar bulunduğu gibi, Barzani rejiminin ve Irak Kürtlerinin iktisadi nefes borusu da Türkiye’dir. Barzani PKK’ya karşı ABD’nin de baskısı altındadır... PKK’yla çatışmaz ama destek de vermez.
Dahası, KCK örgütlenmesi uzun vadede Barzani için de tehdittir.
PKK’nın KCK örgütlenmesi sadece Türkiye’yi değil Kuzey İrak’ı da hedef alıyor: Ayrı yargı, yasama ve yürütme organları ile paralel devlet yapılanması, köy, mahalle ve şehir meclisleri adı altında “cemahiriye” sisteminin kurulması, “öz savunma güçleri” vasıtasıyla vurucu güç örgütlenmesi Kuzey Irak’ta da yapılacaktır. “Önder”in totaliter iradesi, zamanla oraya da egemen olacaktır!
“KCK Sözleşmesi” adıyla yayınladıkları metinde, KCK’nın “Kürdistan’ın bütün parçalarında” örgütleneceği açıkça ifade edilmiştir. Buna “demokratik konfederalizm” diyorlar.
Totaliter bir Pankürdizm projesidir bu!
Barzani elbette bunu biliyor. KCK’nın güçlenmesi, Barzani iktidarı için bir tehdittir. Geçmişte silahlı olarak çarpışmışlardı bile...
Demek ki, Barzani, onu PKK’ya yakın davranmaya ve siyaseten karşı çıkmaya iten çapraz etkiler altındadır. KCK örgütlenmesinin uzunca vadede Barzani için tehdit oluşturması özellikle önemli bir etkendir.
Onun için Barzani mutlaka PKK’ya siyaseten ‘eleştirel’ davranacaktır, Türkiye bu faktörü elbette gözetecektir, öyle de yapmaktadır. Ama PKK ile çatışmaya girmesi ihtimali hayli uzaktır.
ABD’nin Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı askeri harekât yapması ise zaten söz konusu değil.
Bu sebeplerle, Bülent Arınç’ın “daha fazlasını” beklediğini söylemesi, Barzani’nin tavrında önemli bir değişiklik yapmadı.
İleride çok önemli bir gelişme olmadıkça, Barzani bugünkü tavrını ufak iniş çıkışlarla sürdürecektir.
Türkiye Irak sınırımızın güneyinde güvenli bir şerit oluşturma fırsatını, 2003 yılında 1 Mart Tezkeresi’nin reddiyle kaçırdı. O müzakereleri yürüten Deniz Bölükbaşı, “1 Mart Vakası” adlı kitabında bunu belgeleriyle ortaya koydu.
Evet, 1 Mart Tezkeresi geçseydi Türkiye’nin eli Kuzey Irak’ta bugün çok güçlü olurdu ama diplomasinin başka alanlarında farklı sorunlarla karşılaşabilirdik, o başka mesele.
Bugün ne yapılabilir? Türkiye’nin kendisinin PKK üzerinde operasyonlarla askeri baskı kurması... Kuzey Irak’ta Barzani ve ABD’nin PKK’yı siyasi baskı altına alması... Diğer komşu ülkelerin ve Avrupa ülkelerinin örgütün mali kaynaklarını kısıtlayıcı operasyonlar yapması... Bunlar yapılırken, ülke içinde siyaset kanallarının genişletilmesi... Bunun istihbari ve diplomatik çalışmalarının yapılması...
Dünya tecrübelerinde, etnik milliyetçi hareketler yok edilemiyor ama bu gibi yollarla silah bırakmaları sağlanabiliyor. Uzun soluklu, irade ve sebat gerektiren bir yol.(Hürriyet)