Ayşe-Ali olayında kimden yanayım

BUNDAN 2-3 ay önce bir gün Kanyon’daki bir restoranda Ali Taran’a rastladım.

Yanında 4 erkekle oturuyordu.

İçimden bir ses, “Galiba yeni karısı ile ilişkileri iyi gitmiyor” dedi.

Yanımda Kanat Atkaya vardı. Bu duygumu ona da söylemiştim.

Bir erkek, başka erkek arkadaşlarıyla oturup geyik yapabilir.

Ama o masada başka bir hava vardı...

* * *

Ayşe Özyılmazel’in, Ali Taran’ın bürosunu basmasını öğrendikten sonra biraz geriye döndüm.

Aslına bakarsanız, bunu ilk defa, eski eşinin cenazesi sırasındaki yalpalamalarda da görmüştüm.

Bir erkek, bir erkeğin bu halini çok iyi bilir.

Terk edilen, terminal safhada hasta bir kadın.

Hadi onu terk ettin ama üzerine, sanki nazire yaparmış gibi, anlı şanlı bir medya düğünü.

Bir de üstüne arkadan topuz saçlar. Yani Samuray havaları.

Sonra terminal safhanın da bittiği gün.

Onun verdiği eziklik, vicdan yükü.

Bu defa yeni yanlışlıklar. O ağır vicdanın yükünü, bu defa yeni kadının sırtına yükleme gayreti.

* * *
Arkadaş, sanma ki ahlaki bir yargılama falan yapıyorum. Ne haddime düşer, ne de mazime.

Sadece bir ruh halini izah etmeye çalışıyorum.

Kolay değil böyle bir yükü kaldırmak.

Hiçbir erkek, böyle bir ağırlığın altından kolay kolay kalkamaz.

Nitekim kaldıramadı da.

Şu duruma baksanız ya...

Eskisine miras diye ağır bir hicran bırakmışsınız. Yenisinin ruhuna ise ağır bir öfke ekmişsiniz.

Karakterin iflası değilse, beceriksizliğin daniskası.

Eskide bıraktığını bir kefeye, yeni aldığını ötekine koymaya kalkarsan...

Olmuyor işte... Vicdanın darası ağır.

Ya bir taraf ağır basıyor, öteki çok hafif kalıyor.

Veya iki kadın bir araya gelince, birlikte öyle ağır basıyorlar ki...

Sen çok hafif kalıyorsun be arkadaş...

* * *
Bu olayda tarafsız kalmak mümkün değil. Birinden yana olacaksınız.

Ben kimden mi yanayım? Buyurun yan tarafa.

ÖNCE, ilgi sorusunun cevabını vereyim. Ayşe Özyılmazel-Ali Taran olayında kimden yana olduğumu, son cümlede açıklayacağım.

Önce gerekçelerimi anlatayım.

* * *
Türk magazin tarihi böyle ilginç olaylarla doludur.

Mesela, Ankara’da tanınmış bir gazeteci kadın, çok tanınmış bir siyasetçi olan sevgilisinin evini basmıştı.

Evdeki bütün eşyaları darmadağın etmiş, koltuk döşemelerini kesip biçmişti.

Ondan beş altı yıl sonra, tanınmış bir kadın şarkıcı, tanınmış bir kadın mankenle, tanınmış bir erkek şarkıcının evini basmıştı.

Ünlü şarkıcı ya ikisini aynı anda idare ediyordu veya birinden ayrılıp ötekiyle birlikte olmaya başlamıştı.

Onlar da birlik olup, adamın evini basmış ve en sevdiği elbiseleri, kravatları makasla ince şeritler haline getirmişlerdi.

İkisi de çok güzel kadındı.

Bir araya gelip, imece usulü ile böyle bir intikam almışlardı.

Vallahi, hoşuma gitmedi desem yalan olurdu.

Kadın böyle bir varlıktır..

Oynamaya, kurcalamaya gelmez.

Bakmayın böyle Ali Taran’a yüklendiğime.

Biz erkeklerin içindeki o küçük sersemi anlatıyorum.

“Dinle küçük adam” diye seslendiğim, aslında hepimizin içindeki, o öteki erkektir.

Hani birkaç yıl önce, cezaevine düşen sevgilisi Deniz Seki’yi ziyarete gitmeye korkan Hüsnü Şenlendirici gibi...

Çoğumuzun içinde süfli bir korkak yatıyor.

Erkekliği bir matah sanırız, “Erkekliğe sığmaz” diye bir de ölçü birimi yaratmışızdır. 

Ama her tür süfli hal ve tavrı, korkaklığı onun içine sığdırmaya çalışırız.

O yüzden bakmayın böyle yazdığıma...

Sanmayın ki, çok karakterli bir erkeğim falan. Neticede ben de “erkeklik timsali” bir adamım.

İçimizdeki o küçücük, unufak herifle geçinip gidiyoruz işte...

Sonra bir bakıyoruz, bir kadın karşımıza dikilmiş, bizi dümdüz ediyor.

Eee, hak etmedik mi yani...

* * *
Cevap biraz kapalı oldu.

Yine de kimden yana olmadığımı anladınız değil mi...

Erkek tarafından yana değilim.

Bu da benim erkekliğime yazılsın...

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)