Aydınlar ve TSK'nın silahları

Türkiye'nin ilginç bir ülke olduğunu anlamak için çok derinlere inmeye gerek yok, muhtemelen bir yabancı siyaset bilimci bu ülkede bir ay kalsa ve sadece günlük gazetelerin birinci sayfalarından içerik analizi yapsa bu sonuca rahatlıkla ulaşabilir.

Ülkemizin sorunları arasında ciddi bir aydın sorunu olduğu yıllardır tartışılır. Gazetelerin birinci sayfalarında yer alan haberlerde bu sorunun yansımaları bulunabilir. Son zamanlarda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir darbe yapması konusunda ümitsiz olanlar arasında, kendilerini aydın kategorisi içinde görenlerden, kamuoyunda da aydın diye nitelendirilenlerden gelen sitemlere bakılırsa, bu ilginç tablonun ortaya çıkmasında aydınların önemli bir rolü olduğu görülecektir.

Aydın sorununun devlet-aydın, resmi ideoloji-aydın, Batıcılık geleneği içerisinde kendi halkına sömürgeci mantığıyla bakan aydınla halk, bürokrat-aydın, monşer ideolojisi ve aydınların dünya görüşü arasındaki ilişki gibi birçok boyutu bulunmaktadır. Her bir boyutun zaman zaman Türkiye'nin çeşitli tarihsel dönemlerine yansımış birçok olumsuz etkisinden bahsedilebilir.

Aydınların karanlığı

Aydınların toplumsal olarak oynadıkları rol, hangi tarihsel gruba, hangi sınıfa, hangi ideolojiye mensup olurlarsa olsunlar, kendilerinden beklenen ya muhalif olarak yeni bir toplumsal muhayyile ortaya koymaları ya da mevcut yapılanmanın yani statükonun belirleyiciliğini onaylayan, onu meşrulaştıran, rasyonalize eden tutumlardır.

Teorik olarak Türkiye'nin cumhuriyetin başlangıcından bu tarafa yaşadığı reformlar, değişimler dikkate alındığında, aydınların bugün cumhuriyeti bir değer olarak savundukları kadar demokrasiyi de onu yaşatacak bir hayat biçimi, bir siyasal sistem olarak benimsemeleri beklenir. Bu muhalif aydınların değil cumhuriyeti benimseyen, onu içselleştirmiş aydınların olması gereken tavrıdır.

Elbette ki bu beklenti, aydınların artık cumhuriyetin militarist bir anlayışla ayakta duramayacağı bir çağda yaşadığımızı, demokratik değerlere saygı göstermeyen insanların aydın olma konumlarının bile şüpheli olduğunu, ayrıca demokrasiye dayanmayan bir devletin faşizan bir mahiyet kazanacağını kabul ettikleri varsayımına dayanmaktadır.

Türkiye'de durumun vahameti tam da bu noktadır. Muhalif aydınlarının demokrasi içinde daha ileri taleplerde bulunmalarını bir yana bırakın, cumhuriyetin muhafazakâr savunucularının en temel hak ve özgürlüklere karşı doğrudan doğruya orduyu bir siyasal özne haline getirme arayışları söz konusudur.

Silahların gölgesinde

Bu anlayış, bir yönüyle Türkiye'de olmaması gereken ancak komşu ülkelerde varlığından fazlasıyla haberdar olunan, cumhuriyet ya da devrim muhafızlarını hatırlatmaktadır. İşin daha da kötüsü, ordunun militarist bir anlayışın dışında demokratik bir ülkenin ordusu olma konusunda yaşadığı değişimi, ortaya koyduğu basireti, sözde aydınların kabul etme konusunda yaşadıkları zihinsel travmadır.

Demokratik toplumlarda ordular güçsüz ya da silahsız değildir, silahları kendi halkalarına değil ülkenin varlığı için potansiyel ya da muhtemel düşmana karşıdır. Ordular bunun için silahlanırlar, kendi halkına karşı darbe yapmayan orduların "silahsız kuvvetler" olarak nitelendirilmesi, büyük bir talihsizlik olmaktan öte, aydın zihniyetinde ordu ve devlet arasındaki ilişkilerin hâlâ nasıl çarpık bir vaziyette durduğunu göstermektedir.
İşin sevindirici tarafı, bu anlayışın kendi zihniyetiyle birlikte artık toplumsal olarak bir karşılığının, ordu da dahil hiçbir kurumda ciddi bir şekilde bulunmayışıdır. Kurumların değişim hızına aydınların ayak uyduramaması ise meselenin üzüntü verici yanıdır.

(Bugün gazetesinden alınmıştır)