Ramazan Bayramına bir kaç gün kala, bu köşede, “Avrupa’nın Geleceği Konferansı’ ve Avrupa Türkleri” başlıklı bir yorum yayınlanmıştı. Söz konusu yorumda, bir yıl boyunca, yani 2022’nin baharına kadar sürecek olan bir konferans üzerinde durulmuştu.
Bu konferansta, Avrupa vatandaşlarına, insanlığın geleceğini ilgilendiren konularda söz hakkı verildiği belirtilmişti. Konferansın, Avrupa’da yaşayan Türkler için kaçırılmaz bir fırsat olduğu belirtilerek, Türklerin Avrupa’daki gelecekleriyle ilgili düşünceleri olanlar, yazmaya, teşvik etmeye davet edilmişti.
Yorumun yayınlanmasını müteakip, çeşitli reaksiyonlar geldi. Bazı dostlar, konuyu Avrupa Türklerinin gündemine getirmemden dolayı tebrik ettiler. Ama, bazı dostlarımız da, Avrupa’nın Geleceği ile ilgili teklif ettiğimiz muhtemel referans değerlerine takılmışlardı. Oysa, bu dostlarımızdan, bizim referans değerlerimiz yerine, konferansta gündeme gelen iklim değişikliği ve çevre, sosyal adalet, AB ve Dünya, hukuk devleti ve güvenlik, Avrupa demokrasisi, göç gibi konularda görüş ve yorum beklerdik.
Avrupa’nın Geleceği Konferansı ile ilgili eleştirilere geçmeden önce, Avrupa’da varoluş ve gelecek perspektifi değerlerimize eleştiriler yönelten, post modern solculara kısaca cevap verelim. Bizi, dört teklifimizden birisi olan ‘Anadolu kültür ve medeniyetimizin analizi ve aktüelleştirilmesi’nden hareketle, geçmişe takılı kalmakla itham ediyor, sol entelijansiya. Oysa, kendilerinin de beslendiği dünya görüşünün kurucu ve savunucularının nerelerden ilham aldığının farkında değiller.
Dört hafta önce, “1940 – 1945 Nazi yıllarında Amsterdam” başlıklı yorumumun ilk paragrafını hatırlatmak isterim:
“Hollanda’nın kültür başkenti Amsterdam, 17. Yüzyılda, İspanya’dan kaçan Yahudilere kucak açtı. Zaten daha önce, Hollanda’nın ‘Altın Çağ’ dönemi sayesinde, Amsterdam uluslararası ticaret, bilim ve sanatın merkeziydi. Sefarad Yahudilerinin de kente gelmesiyle, Amsterdam düşünsel bir hareketliliğe sahip oldu. Böylece Amsterdam’da ekonomik ve sanatsal hareketliğe, bir de felsefi hareketlilik katılıyordu. Spinoza ile başlayan bu düşünsel gelenek, sosyolojide Marx, psikolojide Freud ve fizikte Einstein ile Avrupa düşüncesini etkisi altına alacaktı.”
Son yüzyılımızı ve dünya tarihini etkileyen Marx, kendi döneminde pek anlaşılmayan Spinoza’dan etkilenirken, Spinoza da, Endülüslü İslam düşünürü İbn Rüşd’ün düşüncelerinden etkilenmişi. Dolayısıyla, bugün konuşulan ve bir yıl süreyle konferans konusu olan ‘Avrupa değerleri’, gökten inmemiş, yüzyıllar içinde oluşmuştur.
Avrupa’nın Geleceği Konferansı’na geri dönecek olursak. Konferansla ilgili uzmanlarca yapılan en önemli eleştirilerden birisi, konferansın 200 milyon avroya mâl olacağı ve Avrupa’ya fazla fayda getirmeyeceğidir. Bu görüşe göre, konferans, küçük bir Avrupa elit grubu tarafından tasarlanmıştır. Halka sorma yolu, yani referandumlar hep ‘hayır’cıların kazandığı bir yol olunca, böyle konferans gibi bir etkinlikle, halkı karar sürecine katmayı denemektedirler.
Konferans teklifi alttan yani halktan gelmeyip, üstten geldiği için, sonucunun da belli olduğunu söyleyen bazı uzmanlar, konferansın Avrupa’nın geleceğine fayda sağlamayacağını savunuyorlar.
Böyle, yüksek miktarda bütçe yerine, uzun vadeli, sürdürülebilir faaliyetlerle, örneğin gençler arasında, “Avrupa’nın Geleceği Kompozisyon Yarışması” gibi etkinliklerle, Avrupalılık şuuru geliştirilebilir görüşü teklif edilmektedir.
Thorbecke Akademisi öğretim üyesi ve Avrupa Enstitüsü müdürü Rob Boudewijn’e göre, konferans organizasyonunda, Avrupa Parlamentosu dışarıda bırakılarak, demokratik seçimle iş başına gelen, tek Avrupa organı, gölgede kalmıştır. Oysa, Boudewijn’e göre, Avrupa’nın Geleceği Konferansı, 2024 yılında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri için ana tema olabilirdi. Çünkü, Avrupa Birliği’nde halkın tek ve yegâne temsilcisi, seçilmiş üyeleriyle Avrupa Parlamentosu’dur.
Evet, biz, Avrupa Türkleri olarak, her şeye rağmen, bir yıl sürecek Avrupa’nın Geleceği Konferansın’a görüş sunmak için, düşünmeye devam etmeliyiz. Konuyla ilgili geçen yorumda da bahsettiğim üzere, iklim değişikliği ve çevre, sağlık, güçlü ekonomi-sosyal adalet ve istihdam, AB ve Dünya, değerler ve haklar, hukuk devleti ve güvenlik, dijital transformasyon, Avrupa demokrasisi, göç, eğitim, kültür, gençlik ve spor gibi konularda görüşlerimizi ortaya koymak durumundayız.
Veyis Güngör
25 Mayıs 2021