Avrupa’da Arabaşı sofraları ve Türk ontolojisi

Soğuk ve uzun kış gecelerinin olmazsa olmazlarından “Arabaşı” çorbası, Anadolu’da olduğu gibi, Avrupa’da da, Türklerin kültürel  yaşamlarında yerini almış durumda. Özellikle Avrupa’daki hemşehri dernekleri ve federasyonları, hatta köy derneklerinden gelen, “Arabası akşamı” davetleri, artık bu  çorbanın Avrupa’daki Türk yemek kültüründe yerini aldığını göstermektedir. Hatırlanacağı üzere, ‘Arabaşı’ programları on yıllardır Türklerin yoğun yaşadıkları Avrupa kentlerde organize edilmektedir.

İç Anadolu’dan Avrupa ülkelerine göç eden Türklerin, ikamet ettikleri şehirlerde aralık ayında başlayan ‘Arabaşı programları’, şubat ayının sonuna kadar devam eder. Arabaşı çorbası öncelikle evlerde pişirilir, komşu ve akrabaların da davet edilmesiyle küçük gruplar halinde yenilir-içilir. Tabii ki mahalle sakinlerine de ikram edilir. Son yıllarda, adeta bir gelenek haline gelen ve büyük salonlarda yapılan ‘Arabaşı organizasyonlarının sayısı giderek artmaktadır.

Avrupa’da bir şölen havası içinde yapılan ve bazen sahiplenilmesinde bir yarış yaşanan ‘Arabaşı’, Avrupa’da oluşan Türk mutfağının tartışılmaz bir yemeği olmuştur. Her ne kadar Konyalılar, Yozgatlılar, Kayserililer, Karamanlılar, Eskişehir hatta Emirdağlılar ve Sivrihisarlılar, ‘Arabaşı’nın kendilerine ait bir yemek olduğunu söyleseler de, Avrupa’da oluşan yeni Türk mutfağında yerini çoktan almıştır.

Arabaşı, Avrupa’da sadece bir Türk yemeği olarak yerini almamış, aynı zamanda adeta yaşayan bir canlı gibi, Türkiye’nin farklı bölgelerinden, gelen vatandaşlarımızın birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olmalarını da sağlamıştır. Köylerinde ve kentlerinde Avrupa’ya gelinceye kadar, Arabaşı çorbası içmeyenler Hollanda’da, Almanya’ya, Belçika’da ve Fransa’daki Konyalılar, Yozgatlılar, Karamanlılar, Emirdağlıların sayesinde arabaşı çorbası ile tanışmışlardır. 

Arabaşı’nın Araplarla her hangi bir ilgi bulunmadığı söylenir. Arabaşı, Anadolu’da uzun kış akşamlarında yenen bir “ara aş” olarak bilinir. Arabaşı ile ilgili Amsterdam’da yaşayan Karamanlı ses ve saz sanatçısı Murat Ay’ın aktardığı bir tekerleme şöyledir: “Arabaşı olursa hindiden gelirim ikindiden. Arabaşı olursa tavşandan gelirim akşamdan. Eğer arabaşı olursa tavuktan ben gelemem soğuktan.” Demek ki has Karamanlılar arabaşını hindiden yapıyorlar. 

Arabaşı gündeme gelince, altı yıl önce katıldığım, Amsterdam’da Konya Vakfı’nın bir Arabaşı programı aklıma geldi. Programda, adet olduğu üzere, misafirlere duygularını anlatmaları için söz verilmişti. Bu çerçevede, mikrofon naçizane bana da uzatıldı. Salonda oluşan havanın da etkisiyle olmalı ki, o zaman  şu cümleleri kurmuştum: ‘Bin yıl önce, Türkistan’dan seslenen Hoca Ahmet Yesevi’nin ‘sofralar kurun’ vasiyeti, bugün burada da devam ediyor. Şahit olduǧumuz bu arabaşı sofrası, Türk İslam medeniyeti tasavvurunun bir tezahürüdür. On üçüncü yüzyılda, Piri Türkistan geleneği Anadolu’da Mevlânâ, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli tarafından temsil edildi. Daha sonra bu gelenek, Sarı Saltuk ve diǧer dervişler tarafından Balkanlarda devam ettirildi. Şimdi de, bu gelenek yirminci yüzyılın sonu ve yirmi birinci yüzyılın başından itibaren Oǧuz’un çocukları tarafından Avrupa’da devam ettiriliyor'.

Tabii ki, Amsterdam’da, Brüksel’de, Köln’de, Lyon’da  “Arabaşı” sofraları açan Türk işçilerinin genç  nesilleri, yani dernek yöneticileri ve programa katılanlar, yukarıdaki misyonun ne kadar farkındalar bilmiyorum ama, yaptıkları iş, Türk fıtratının bir uygulamasıdır.

Değerli dostlarım,
Avrupa’da açılan Arabaşı sofraları bize bir defa daha, Türklerin ontolojisini göstermektedir. Bu sütunda sık sık söz ettiğimiz sosyoloğumuz, Vedat Bilgin’in şu tespitini tekrar edelim: “Türkler dünyanın neresine giderlerse gitsinler, yaratılışın esprisi doğrultusunda kendilerine yeni bir dünya oluşturma çabası içindeler. Hegel ve sonrasında, Marks’ın ortaya attığı, kendine yabancılaşma teorisinin tam tersi, insan ruhu sürekli ilahi aşkın özlemiyle yaşıyor”.

O ilahi aşkı arayan Türklere selam olsun.

Veyis Güngör
14 Ocak 2025