Atatürk’ü Koruma Kanunu CHP irticaya kaydığı için DP tarafından çıkarılmıştı



Hüseyin Çelik AKP içinde en iyi konuşan hatiplerden biri. Açıkçası demagoji yapmayı çok iyi biliyor. Eğer hazırlıksızsanız Hüseyin Çelik karşısında baştan yenilgiyi kabul edin. Çünkü hiç aklınıza gelmeyen sözler söyleyip kimyanızı o anda bozabilir.

Çelik Kanal A’da yaptığı konuşmada Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu şiddetle eleştirerek, “Kanunla kimseyi kimseye sevdiremezsiniz. Neyi ideolojik hale getirirseniz onu dogmatik hale getirirsiniz. Siz eğer Atatürk’ü bir ideolojinin sığ çerçevesi içine hapsederseniz, Atatürk’ü kimsenin tartışmasına müsaade etmezseniz bu, Atatürk’e yapılabilecek en büyük kötülüktür” dedi.

Bu cümle çok doğru. Ben de bugüne kadar çeşitli kereler bu kanunun yanlış algıladığını vurgulamaya çalıştım.

Ancak biliyor musunuz ki bu kanun AKP’nin “demokrasi kahramanı” olarak sunduğu Adnan Menderes hükümeti tarafından çıkarılmıştı. Hem de neden biliyor musunuz? O günkü DP yöneticilerine göre CHP seçim öncesi Ticani denilen bir tarikata destek vermişti. CHP din istismarıyla halkı kışkırtmaya çalışıyordu. Bu nedenle Ticanileri Atatürk heykellerine saldırtıyordu..

Bir gecede 17 Atatürk heykeli saldırıya uğrayınca DP iktidarı 31 Temmuz 1951’de Atatürk’ü Koruma Kanunu çıkardı. Kanunun çıkmasıyla birlikte heykellere yapılan saldırılar da bıçak gibi kesildi. O yüzden de bu kanun bağlamında hakkında dava açılan hiç kimse olmadı. Kanun 1960’a kadar adeta kadük kaldı.

27 Mayıs’tan günümüze, özellikle çok yakın tarihte bu kanun nedeniyle bazı kişiler hakkında davalar açıldığı görüldü.

Yani Hüseyin Çelik’in sözünü ettiği Atatürk’ü Koruma Kanunu, her fırsatta suç isnat etmek istedikleri Atatürkçü, laik, demokrat çoğunluğun bastırmasıyla değil, tam tersine, AKP’nin “bizim asıl kaynağımız” dediği DP tarafından yürürlüğe sokulmuştur.

Bunun ötesinde Hüseyin Çelik’in asıl demagojik ve tehlikeli sözleri daha sonra geliyor. Hüseyin Çelik her nedense Atatürk’ten Hazreti Muhammed’e atlıyor ve şöyle diyor:

“Hz. Peygamberi ele alalım. Atatürk’ü bir kenara bırakalım. Hz. Peygamberle alakalı bir ton hakaretamiz şey yazılıp çizilmemiş mi bugüne kadar. Hz. Peygamberi korumakla ilgili herhangi bir şey var mı?”

Her tarafı yanlış bir söylem. Ben bugüne kadar Hazreti Muhammed hakkında yazılmış hakaret içerikli bir yazı hiç görmedim, televizyonlarda da dinlemedim. Bırakın Hazreti Muhammed’e hakaret etmeyi, olumsuz söyleme haddini bile kimse bulamaz Türkiye’de.

Ayrıca Hüseyin Çelik’in yaptığı en büyük yanlış şu; Atatürk gibi bir önce askeri deha, ardından bir devletin kurucusu ile ilahi güçten aldığı emirleri insanlara aktaran evrensel bir dinin peygamberi asla kıyaslanamaz.

Ne yazık ki, kendisini demokrasi havarisi ilan edenler sık sık Atatürk - Hazreti Muhammed kıyaslaması yapmaya çalışıyor. Bunun tek amacı vardır, inançları siyasi görüşlerle çarpıştırıp, toplumda çatışma yaratmak.

Hüseyin Çelik bunu bilmiyor olamaz ki...


Tabii ki gelse de olur gelmese de, sadece Türkiye itibar kaybeder

Amerikalı yazar Paul Auster yazdığı son kitap nedeniyle Türkiye’ye davet edilmişti. Ancak Auster “Hapiste yatan yazar ve gazeteciler yüzünden Türkiye’ye gelmeyi reddediyorum! Kaç kişi oldu? 100’ü geçti mi? Neler oluyor Türkiye’de! En çok endişelendiğim ülke. Aynı sebeple Çin’den gelen davetleri de geri çeviriyorum. Bu hükümetleri protesto ediyorum” diyerek daveti reddetmişti.

Bunun üzerine çok öfkelenen Başbakan Erdoğan da “Hah, biz de sana çok muhtaçtık. Niye gelmedin? Aman gel, ne olur gel. Gelsen ne olur gelmesen ne olur. Türkiye irtifa mı kaybeder?” demişti.

Tabii Başbakan’ın bu sözleri AKP tabanından büyük alkış aldı.

Elbette bu, konulara nasıl baktığınıza bağlı. Auster’ın gelmemesi nedeniyle Türkiye’de tabii ki bir şey olmaz.

Ama dışarıda olur. Türkiye itibar kaybeder.

Uluslararası kamuoyu bu tür durumlarda asıl bir ülkenin iktidarına itibar etmez. Tam tersine o yazarı haklı bulur ve sahip çıkar.

Demokratik bir ülkede hiç kimse Erdoğan’ın sözlerini ciddiye almadığı gibi yayınlamaz bile, ama Türkiye’yi protesto eden yazarın sözleri manşetlere çıkar.

Bu Türkiye’ye düşmanlıktan değil, demokrasiye saygıdan böyledir.

Ama bizdekiler demokrasiyi bilmediklerinden bu tür efelenmeler çok hoşlarına gider.


Tutuklu gazetecilere gazeteciler nasıl bakıyor?

Herkes uzun tutukluluklardan özellikle gazetecilerin tutuklu olmasından çok yakınıyor.

Ama gözlediğim kadarıyla bunların çoğu sahte.

Birçok gazeteci tutukluluk süreleriyle de tutuklu gazetecilerle de ilgili yalan söylüyorlar.

Üzülüyormuş gibi yapıyorlar.

AKP, yandaşları ve yalakaları hem uzun tutukluluktan hem de gazetecilerin tutuklu olmasından çok memnun.

Zaten memnun olmasalar utanmadan “Bizdeki gazeteciler gazetecilik yaptıkları için değil darbeye teşebbüs etmekten yargılanıyor” demezler.

Neymiş, bunlar çeteciymiş. Gazetecilik faaliyeti yapmıyorlarmış. İşleri güçleri hükümeti devirmek için planlar yapmakmış.

Ar, haya, namus, ahlak, vicdan kalmayınca böyle oluyor.

Sözde yandaş yalaka olmayanlara gelince onlar başka bir âlem.

Son günlerde çok duyuyorum, diyorlar ki “Evet gazeteci tutukluluklarına çok karşıyım, ama onlar da neler yaptılar?”

İşte “Püf noktası” bu “neler yaptılar” sorusunun altında gizli.

“Hakikaten neler yaptılar?” diye sorduğumda aldığım cevap yüzde 99 “Benimle ilgili şu kadar aleyhte yazısı var falanın, hepsi yalan” türünden.

İşin özü şu ki, kendine gazeteci diyen bir güruh tutuklamalara “aslında karşı” ama haklarında yazdıkları için burunlarının sürtülmesinden de mutlu ve mesut.

Biliyor musunuz, son günlerde gazetecilerle ilgili çıkan bazı haberler, duyduklarım, yapılan dedikodular o kadar iğrenç ki, bunlarla sözde aynı mesleği paylaştığımız için bende bir tiksinti oluşuyor.


27 Nisan değil Dolmabahçe önemli

Yazıldı, çizildi, konuşuldu ve sonunda savcılık eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın 27 Nisan 2007 gecesi yayınladığı muhtıramsı şeye soruşturma açtı.

Savcılar herhalde “hükümeti devirmek için muhtıra verdi” diyeceklerdir ama, o dönemin AKP hükümeti bunu muhtıra olarak değerlendirmemişti. Hatta Başbakan Erdoğan bizzat “Bu bir muhtıra değil” açıklaması yapmıştı.

Yine de soruşturma açılması iyi bir şey. Umarım davaya da dönüşür, Muhtıra sorulacak belki ama halkın asıl merak ettiği ünlü Dolmabahçe görüşmesinde ne konuşulduğu. Hani şu Erdoğan, Büyükanıt ve Allah arasında sır kalan, mezara kadar saklanacak olan konuşma.

Kimbilir belki hâkimler de merak ederler de sorar bu görüşmeyi.


Başbakan, hapiste yatan gazeteciler ve yazarlar yüzünden Türkiye’ye gelmediğini söyleyen ABD’li yazar Paul Auster’a, “Biz de sana çok muhtaçtık, niye gelmedin? Aman gel. Gelsen ne olur, gelmesen ne olur” demiş. Başbakan, Paul Auster’ın yanı sıra ifade özgürlüğüne de sesleniyor sanki! (Gani Yıldız)