1717 yılının Nisan ayında İngiltere’nin İstanbul elçisinin karısı Lady Mary Montagu İngiltere’deki bir arkadaşına şöyle yazar;
‘Size öyle birşey söyleyeceğim ki siz de burada olmak isteyeceksiniz. Bizler için ölümcül olan çiçek hastalığı buralarda tamamen zararsızdır. Her yıl Eylül ayında, hava sıcaklıkları biraz normale dönünce bir grup kadın bir araya gelerek bu zararsız aşılama işlemini gerçekleştirir. Siz sadece işlemin nereden yapılmasını istediğinizi söylersiniz. Bir sıyrığın verdiği acı kadar birşey hissedersiniz yalnızca. Damarınızda iğne başı kadar bir işlem yapılır ve bu alından, koldan, göğüsten veya bacaktan olabilir. Çocuklar bu işlem sonrası koşup oynayabilirler. Ancak bir süre sonra ateşleri çıkmaya başlar ve en fazla 2 gün yatakta geçirirler, devamında eski sağlıkları geri gelir. Bu işlem her yıl binlerce kişiye uygulanır ve Fransız büyükelçiliği de aynı uygulamadan yararlanır. Bu işlemden hiç kimsenin öldüğüne rastlamadım ve o kadar güvenilir birşey ki kendi küçük oğluma da yaptırdım. Bu buluşu İngiltere’ye taşımak niyetindeyim. Doktorlarımızdan bir tanesinde bile bu işten sağladıkları kazancı bir kenara bırakacak ve insanlığa hizmet etmek isteyecek kadar erdem olduğunu bilsem hemen hiç vakit kaybetmeden onlara yazacağım. Ülkeye geri dönebilecek kadar uzun yaşarsam onlara savaş açmalıyım…’
Avrupa ve özelde İngiltere bazı şahsi çabalar dışında sonraki yüzyıllarda da çicek hastalığına kökten çözüm bulamaz ama bu defa mevzu aşı karşıtlığı ile alakalıdır. Aslında çiçek hastalığı Avrupa’da Ortaçağ’dan beri bilinmekteyken ve doğuyu anlatan Mary Montagu’nun da yazdığı gibi Osmanlı coğrafyasında sıradan bir işlemle önlenebilirken Avrupa’da binlerce can almaktaydı.
Tarihte aşı uygulamasına nasıl yaklaşıldığına bakıldığında şüphecilik konusunda Fransa’nın başı çektiği ortaya çıkar. Fransız yazar Voltaire, 18. yüzyılda çiçek aşısı olan İngilizlerin Fransızlar tarafından ‘uyutulan aptallar’ olarak nitelendirildiklerini ekleyerek Fransızlardan ümidini kestiğini yazar. Bu noktada batıl inançlardan arındırılmış bilimsel yöntemleri desteklediği bilinen Rus Çariçe Katerina’nın dönemin tartışmalı aşılama yönteminin kendisine ve çocuğuna uygulanmasına izin verdiğini belirtmek gerekir. Böylece tebasına aşının zararlı birşey olmadığını göstermek ister. Ancak maalesef çariçe bu ve buna benzer cesur hamleleri ve ileri görüşlülüğü ile değil de başarılarından korkuya kapılan erkek egemen Avrupalı mevkidaşlarının kendisi hakkındaki cinsel içerikli espriler ile hatırlanır.
İngiliz Hükümeti ortalama insan ömrünün 40 civarında olduğu ve bebeklerin %15’inin bir yaşına gelmeden öldüğü yıl olan 1853 yılında aşıyı zorunlu kıldığında isyan çıkar ve aşı karşıtlığında Fransızların davranışları sergilenmeye başlanır.
Bugün Bill Gates’in insanları Covid aşısına eklenen çip ile kontrol edeceğinden korkulduğu gibi dönemin İngiltere’sinde de aşı olanların vücutlarının çeşitli yerlerinden boynuz çıkaracaklarından korkulur. Bu korku karikatürlere dahi yansır. Hastalığın adı vücutta su kabarcığı şeklinde yoğun şişlikler oluşturduğu için ‘benekli canavar’dır. Ancak savaş bu canavara karşı değil adeta aşı karşıtlarına ve onların kışkırttığı eğitim seviyesi düşük sinirli kalabalıklara karşı verilir. Şiddetli gösteriler yapılır, tansiyon yükselir ve hatta tutuklamalar da olur. Aşı olmaktansa hücre cezasının tercih edileceğine dair pankartlar açılır, günümüzde rastlanan cinste sokak gösterileri yapılır. Çiçek aşısı uygulamasının müsebbibi kabul edilen bir köy doktorunun, mikrop adamın kuklaları sokaklarda yakılır. 1880’li yıllara kadar mikrop teorisi ve vücuda giren virüsün ölüme sebebiyet verdiği gerçeği kabul edilmiş değildir.
Zamanla aşı karşıtları yok olmaz ama azalır. Aşılama yolu ile çiçek hastalığı yenilir. Yine de hastalığa karşı İngiltere’nin savaşı hastalık yeryüzünden yok olduktan sonra bile devam eder. Hastalık 1970’li yıllarda son olarak Somali’den dahi temizlendikten sonra 1978 yılında Dünya Sağlık Örgütü hastalığın ortadan kalktığını duyurmuştu ki İngiltere’nin ikinci en büyük şehri Birmingham’da 40 yaşında bir kadında ortaya çıkar. Önce kör olur, sonra durumu kötüleşir ve ardından da ölür. Çiçek aşısının geliştirildiği İngiltere aynı zamanda mikroba son kurbanın verildiği yerdir.
Salgına karşı aşı uygulamasının yoğun olduğu bu günlerde bilimsel gelişmenin menşei olarak kabul edilen Avrupa’da ne düşünülüyor ve nasıl tepkiler veriliyor?
Aşı karşıtlığına dair yapılan bilimsel araştırmalar 19. yüzyıl ve öncesinde karşıtlığın din temelli olduğunu, günümüzde ise politik temelli olduğunu ortaya koyuyor. Yani, aşı olmayı reddeden veya tereddüt içinde olanlar popülist siyasi partilere ve politikacılarına oy verme eğilimindedirler.
Covid aşısı halk sağlığı uzmanlarından ve vesvese testinden geçmiş olsa da hala pek çok kişi güvenli olmadığını düşünüyor. İnsan ve hayvan yaşamını iyileştirmeye dönük eczacılık alanında bilimsel araştırmalara öncülük eden Wellcome Trust isimli dernek Fransızların %46’sının aşılanmak istemediğini ortaya koydu. İtalya hiç de Fransa’da aşağı kalmıyor. Her ne kadar aşı konusunda dini değil politik duruşun etkili olduğu vurgulansa da katolikliğin yoğun olduğu ülkelerde korku salarak toplumda ve bireylerin kararlarında etkili olmaya çalışma çabası hala devam ediyor. Katolik Polonya ve Macaristan aşı şüpheciliği konusunda Fransa ve İtalya’nın yakın takipçileridirler.
Dünya Sağlık Örgütü ise aşı tereddütlüğünün global halk sağlığını etkileyen en tehlikeli 10 faktör arasında sıralamaktadır.
Aşı konusunda birkaç Avrupa ülkesinin yaklaşımı da sahiplenmeye dönük nasıl da öne çıkma çabası taşır? Alman politikacılar Covid-19 aşısının Türkiye kökenli Alman bilim adamları tarafından bulunduğu bildirince Belçika hemen Pfizer’in aşı üretimini Belçika’da yaptığını duyurdu. İngiltere Hükümeti’nin aşının kullanılmasına hızlı onay vermesi gereksiz acelecilik olarak nitelendirilse de İngiltere makamları aşının uygulamasına ilk başlamanın gururunu yaşıyorlar.