Padişah II. Abdülhamit döneminin Maliye bakanı Agop Kazasyan (1832-1891) bir köpeğin ürküttüğü atından düşerek öldüğü zaman Şair Eşref şöyle demiş:
“Bir kelbi, bir kelp ile mahveyledi Allah
Lâ havle vela kuvvete illa billah”
Halk arasında bu söz genellikle şöyle söylenir:
“Lâ havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim” Yani, “Kuvvet ve güç sadece büyük ve yüce olan Allah'ın yardımı ile olur.”
Bu söz kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’de ise Kehf Suresi 39. ayetinde "Lâ Kuvvete İllâ Billâh", şeklinde geçmektedir, yani “Kuvvet yalnız Allah’ındır!”
Amenna ve saddakna, "inandık ve tasdik ettik"
İmdi isterseniz Kehf suresi hakkında küçük bir malumat vereyim: 110 âyettir. Sûre, adını; ilk defa dokuzuncu âyette olmak üzere, birkaç yerde geçen “kehf” kelimesinden almıştır. Kehf, mağara demektir. Yüce Allah, kıyametin kopacağını ve ahirette ölülerin diriltileceğini insanların daha kolay kavrayabilmeleri için Kehf Suresinin 9-26. ayetlerinde ibret verici bir olaya, “Ashab-ı Kehf” kıssasına yer vermektedir…
“Ashab-ı Kehf” mağara arkadaşları demektir.
Olay kısaca şöyledir: Putperest bir kavmin içinde Allah’ın varlığına ve birliğine inanan birkaç genç, bu inançlarını dile getirip putperestliğe karşı çıkmış, onların zulüm ve baskılarından korunmak için bir mağaraya sığınmışlar; yanlarındaki köpekleriyle birlikte mağarada derin bir uykuya dalan bu gençler muhtemelen 309 yıl sonra uyanmışlardır. Burada bir gün veya daha kısa bir süre uyuduklarını sanan gençler, içlerinden birini yiyecek almak üzere şehre gönderdiklerinde, onların durumunu öğrenen insanlar Allah’ın vaadinin hak olduğuna ve kıyametin mutlaka geleceğine inanmışlardır.
İşte kıyamet kopmadan uyanmak, hakikati görmek, mutlaka sorgu sual edileceğine inanmak, aklı başında her inanan insan için en büyük sorumluluktur.
Bundan tam 102 yıl önce bir başka Ashab-ı Kehf’de, Ömer Seyfettin’in hikâye kahramanı Hoca Bâli Efendi de “Osmanlı Kaynaşma Kulübünde” şu müthiş fikri ortaya atıyordu:
“İslamlık; Musevîliğin, İsevîliğin, Saibîliğin cem’inden hâsıl olmuş bir dindir. Biraz değiştirerek yeni bir din anlayışı ortaya çıkarmalıyız… Çünkü din nedir? Saibîlik, Musevîlik, İsevîlik, İslamlık değil mi? Biz bunların hepsini birleştirip aslına irca edecek, Din-i İbrahimî’yi meydana çıkaracağız. Din-i İbrahîmi milletlerle dinler arasında fark görmeyeceğiz… Böylece dinler arası diyalog, medeniyetler arası barış ve dostluk kurulacak…”
Gördünüz mü Hoca Bâli Efendiyi? Söyledikleri bize çok tanıdık geliyor değil mi? Adam sanki dinlerarası diyalogu oluşturmak için salya sümük ağlayarak çırpınan Fethullah Gülen’in ya da birkaç gün önce Irak’ı ziyaret eden Papa Francesko’nun akıl hocası gibi devletin bekası için fikirler üretmiş. Üretmiş de ne olmuş?
Sonuçta Osmanlı dağılmış, memleketimiz işgal edilmiş ve biz yüz yıl önce bu vatanı yaban ellere teslim etmemek için Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde 19 Mayıs 1919’da başlayan dillere destan bir istiklâl mücadelesi vermişiz. Bu mücadele aynı zamanda bütün mazlum milletlerin kurtuluş reçetesi olmuştur. Bu reçetenin sonucunu daha somut bir ifadeyle Suat İlhan şöyle tespit etmiştir:
“Atatürk devriminden, yani 1920’den önce bugün Batı dediğimiz medeniyetin elindeki topraklar 25.5 milyon mil kare idi. 1993’te bu rakam12.7 milyon mil kareye, yani yarısına düşmüş. İslam dünyası ise 1920’de 1.8 milyon mil kare üzerinde egemenlik sahibiydi. 1993’te İslam dünyasının sahip olduğu topraklar 11 milyon mil kareye yükselmiştir.”
İşte yüz yıl önceden yüz yıl sonrasını gören Ömer Seyfettin de bütün bu oyunları fark ederek Ashab-ı Kehfimiz’i yazmış. Fakat ne yazık ki biz onu okumamışız veya okusak da anlamamışız ki milliyeti inkâr eden hatta milliyetçiliği dinsizlik olarak kabul eden bu zihniyet yıllar sonra pervasızca tekrar karşımıza çıkmayı başarmıştır.
Hatırlayalım, 1998’de Fethullah Gülen, Vatikan’da Papa 6. Paul Cenaplarına Dinlerarası Diyalog Konseyi’nin bir parçası olmak arzusunda olduklarını, bu misyona hizmet etmek için ellerinden geleni yapmaya hazır olduklarını, üç büyük dinin babası olduğu ikrar edilen Hz. İbrahim’in doğum yeri Harran’da bir ilahiyat okulu kurabileceklerini vs. vs. söylemişti.
Ne yazık ki Papalıkla el ele veren bu güruh “barış, kardeşlik, insanlık” gibi değerlerin arkasına gizlenerek Büyük Orta Doğu Projesini gerçekleştirmek için 15 Temmuz 2016’da kendi gök kubbemizden yağdırdıkları mermilerle bizi can evimizden vurdular.
Bu darbe girişimini sıkıntılı da olsa alt etmeyi bilen Türk milleti, bunların sahte maskelerini indirerek büyük bir aldatmacadan kurtulurken bir bakıyoruz bu günlerde yeni bir oyunla bizleri selamlıyorlar.
2013’ten beri Katoliklerin Papalık makamında oturan Papa Francesco, nerden aklına geldiyse, hem de bu virüslü günlerde, birden bire Irak’ı ziyaret etti. 5 Mart 2021’de indiği havalimanına ve karşılayanlarına baktığımızda bu ziyaretin bizim için pek de hayra yorulacak bir şey olmadığı görünüyor. Çünkü Papa Françesko da Pensilvanya’da saklanan adam gibi hatta bir hikâye kahramanı olan Hoca Bâli Efendi gibi konuşmakta, Dinlerarası Diyalog’tan, barıştan, kardeşlikten dem vurmakta…
“Hepiniz kardeşsiniz” sloganı ile Irak’ta büyük alkışlarla dolaşan Papa Francesco, IŞID’ın yaktığı, yıktığı kiliselerin enkazı önünde konuşurken “Silahları teröristlere kim sattı? Bugün başka yerlerde, örneğin Afrika'da katliam yapan teröristlere silah satan kim? Bu, birinin cevaplamasını istediğim bir soru." diyerek sanki bu silahların “Made in Amerikan” olduğunu bilmiyormuşçasına, söz sanatlarından tecahülüarif sanatını, ustaca kullanarak resmen bizimle dalga geçmekte…
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ise bu ziyareti bir hatıra pulla taçlandırmak sevdasıyla hazırladıkları pulun üzerine Papa Francesco’nun gölgesinde bir harita oturtup Sivas’tan Kars’a, Hatay’dan Hakkâri’ye kadar olan bölgeyi “Kürdistan toprağı” olarak ilan etmekteyken Lâ havle vela kuvvete illa billah, demenin tam zamanı değil midir?
Ne dersiniz, bizim Ashab-ı Kehf’dekiler uyanıp Atatürk’ün çizdiği yolda yürüyecekler midir?
Atatürk şöyle diyor: “Bizim yolumuzu çizen içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de milletler tarihinin bin bir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir. Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin mesnedi Türk topluluğudur.”