Annem...

Benim için bir tarih kapandı. Ona o kadar çok şey borçluyum ki ne yapsam ödeşemeyiz.

12 Mart 1971 askeri darbesinin ilk günleri... Ben aranıyorum. Annem Tarsus’ta. Bizim evi, sayısı belirsiz kez polisler basıyor. Ortalığı (her seferinde olduğu gibi) altüst etmelerinden sonra polislerin şefi anneme sesleniyor: “Nehrin kenarında bir ceset bulduk. Bu Oral’ın olabilir. Gel teşhis yaptıracağız.” O ana kadar sükûnetini koruyan annem, polisin bu ‘senaryo’yu birkaç kez tekrarlamasına dayanamıyor ve saldırıyor, polis Mehmet’in yüzünü tırmalıyor. Biliyor ki bütün bunlar, bizim aileye yönelik baskıların bir parçası...

Annem Fazilet Çalışlar, sakin ve iyi huylu bir kadındı. Babamı genç yaşta kaybetti ve 42 yaşında dul kaldı (1969). Sonraki hayatı üç çocuğunun peşinde ve yazları severek yaşadığı Toroslar’daki Namrun Yaylası’nda geçti. Ortaokulu bitirdiği yılın yazında (1945), Tarsus Nüfus Müdürlüğü’nde çalışırken o zaman Milli Emlak memuru olan babam Murtaza Çalışlar’la tanışmış, evlenmiş ve o yıl ben doğmuşum (1946).
1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle Tarsus’tan küçük bir kasabaya sürgüne gönderilen CHP’li babam istifa etti, dava vekilliği ve tapu takipçiliğine başladı.

Ben ve iki kardeşim, düzenli olarak kitap, gazete ve dergi okunan bir evde büyüdük. Annem roman okumaya meraklıydı, babam gazete ve dergi. Annem, mesela Aziz Nesin öyküleri okumayı sever, okuduklarını bizimle ve çevresiyle paylaşırdı.
Annemin babası Bakırcı Emin Efendi, Demokrat Partiliydi. İlkgençlik yıllarında Kahire’deki El Ezher Üniversitesi’nde (Mısır o dönemde Osmanlı topraklarındaydı) eğitim gören dedem, 5 kızını ve 2 oğlunu da okutmuştu.

Kısacası, bir taşra kasabasında, okuyan-yazan bir aileye sahiptik. Annem, babamın de etkisiyle, 1950’lerin ortalarında CHP Kadın Kolları’na girdi, uzun yıllar yöneticilik yaptı.

27 Mayıs darbesi öncesi İsmet İnönü’nün Menderes’i tehdit eden ünlü Meclis konuşması, “Sizi ben bile kurtaramam” sözlerini içeriyordu. Yasaklanan bu konuşmayı CHP’liler gizlice basıp dağıttılar. Bildiri, Tarsus’a partinin cipinin yedek lastiğinin içinde geldi. 27 Mayıs darbesi sonrasında, yatağın içine saklanmış bu bildirilerin çıkarılışını hatırlıyorum.

Annem de babam da 1960’ların ortasında, biraz da bizlerin ve o günkü siyasi havanın etkisiyle geleneksel CHP çizgisini terk edip TİP’li oldular. 1968 yerel seçimlerinde babam Tarsus’ta TİP’in belediye başkan adayıydı. Aile militan bir şekilde TİP’e çalıştı. Babamı ertesi yıl kaybedince, evimizi benim üniversiteyi okuduğum Ankara’ya taşıdık. Yıl 1970. Bir yıl sonra darbe oldu. Ben kaçak duruma düştüm, iki kardeşim de tutuklandı. Annem Ankara’da yapayalnız kalınca yeniden Tarsus’a taşındı.

Bundan sonraki yaşamı, benim ve kardeşlerimin peşinde geçti. Hapishane kapıları ve geçim derdi hep el ele gitti...
1990’lar onun en mutlu olduğu yıllardı. Ben cezaevinden çıktım. Kardeşlerim evlendiler, iş güç sahibi oldular. Cumhuriyet gazetesinde çalışmam onu çok sevindiriyordu. Eski evimizi müteahhide vermiş, geçimini sağlamasını kolaylaştıran maddi bir birikim elde etmişti.

Farklı koşullarda da olsa, bizim maceramız, Türkiye’nin macerası onu yakından ilgilendiriyordu. 1993’te Öcalan’la yaptığım söyleşi sonrasında başımın yeniden derde girme olasılığı, onu kaygılandırdı: “Oğlum dikkatli ol, başına yeni bir şey gelmesini istemiyorum” diyerek yazılarım konusunda beni uyarıyordu.
Kürt sorunuyla ilgileniyordu, yaşanan acılar onun da acısı oluyordu. Hep siyasi bir insan oldu, okudu, ülkenin dertleriyle kaygılandı... Arada yine ilk gözağrısı CHP’yle ilgilendi. Yıllar sonra yeniden gidip Tarsus’ta kadın kollarında çalışmaktan geri durmadı.

Hiç ona çektirdiğimiz sıkıntılardan şikâyet etmedi. Bir gün bile olsa, “Senin yüzünden başıma neler geldi neler” demedi. Demeye hakkı vardı. Dünyaya iyimser bakmaya, insanlarla sevgiye dayalı ilişkiler kurmaya önem verirdi. 7 kardeşten ve onlarca yeğenden oluşan büyük ailesinin her zaman akıl danışılanı, çözüm üreteni, herkesin derdine koşuşturanı oldu. Son yılları hastalıklarla geçti. Üç yılını hastanede ve şuuru kapalı olarak yaşadı. Önceki gün onu Tarsus’un Eshabıkehf Mezarlığı’nda, babamın yanında toprağa verdik.

Şimdi onun çok sevdiği, ömrünün çok önemli bir bölümünü geçirdiği yeşillikler içindeki Namrun Yaylası’ndaki evdeyim. Onun ‘büyük aile’siyle birlikte. Hayattaki iki teyzem, kuzenlerim, onu anıyoruz...

Benim için bir tarih kapandı. Ona o kadar çok şey borçluyum ki ne yapsam ödeşemeyiz.

(Radikal gazetesinden alınmıştır)