Dışarıdan bakıldığında fazlasıyla düz görünüyor olabilir ama aslında “Andımız” meselesi gerçekten çok karmaşık bir mesele. Neredeyse Türkiye’nin bütün meselelerinin ifadesiymişçesine karmaşık.
Tabii yalnızca dışarıdan bakıldığında düz görünüyor değil, düz bakmayı tercih edenlere de düz görünüyor bu konu. Ama düz değil. Baktığınız yerden göründüğü gibi de değil aslında.
Çünkü algılarla, değer yargılarıyla, kültürel kodlarla, kitle psikolojisiyle, toplumsal kimlik duygularıyla ilgili bir konu bu.
Unutmayın ki bizim toplumuzda herkes kendi kimliğine ve değerlerine yönelik bir saldırı algısına sahiptir.
Dolayısıyla farklı etnik kimliklere sahip bazı Türk vatandaşlarının “ne mutlu Türk’üm diyene” sözünü kendi etnik kimliklerinin inkârı veya aşağılanması olarak görmeleri hiç şaşırtıcı değil. İnsanlarımızın zihninde etnik kimlik-milli kimlik ayrımının olmayışı kendi suçları değil. Toplumsal gelişmişliğimizin seviyesiyle ilgili bir durum bu. Milletleşme sürecini tamamlamamış olmamızla. Üstelik resmî söylemde bile çoğu zaman Türk adlandırmasını etnik kökene bağlamakta bir beis görülmemiş olmasıyla...
Dolayısıyla bazı Türk vatandaşlarının “Andımız”a etnik hassasiyetlerle itiraz etmesi sosyolojik realitemizin tezahürü sayılmalı.
Buna mukabil, başka bazı Türk vatandaşları da okullarda “Andımız”ın okunmasına etnik kimlik hassasiyetleri gerekçe gösterilerek son verilmesini Türk adının ortak kimliğimizin ifadesi olmaktan çıkarılması ve Türkiye’nin bölünmesi doğrultusunda bir adım olarak görüyor. Bu kuşkuyla, bu kaygıyla “Andımız”a sarılıyor.
Bu noktada okul çocuklarına her sabah asker gibi “hazırol”da and içirilmesinin -geçtiğimiz yüzyılın başında herkese normal görünse de- bugünün medeni standartlarına uygunluğunu pek sorgulamadan ve burasını fazlaca umursamadan... Görüntünün sakilliğine, hatta uygulamanın bu haliyle aslında fayda getirmediğine takılmadan... Metinle ilgili sorunları da fark etmeden veya fazlaca önemsemeden... Tabiatıyla kimin kaleminden çıkmış olduğunu da hiç merak etmeden...
***
Atatürk’le ilgili bölümler metne 1980’lerde eklenmiş olsa da “Andımız” özü itibarıyla Atatürk döneminin eseri. Tartışılan “ne mutlu Türküm diyene” sözü de Atatürk’e ait. Atatürk’ü tarihî bir figür olmaktan ziyade birtakım değerlerin (laikliğin, modernliğin, kadın-erkek eşitliğinin vs...) simgesi olarak benimseyen vatandaşlarımız da Andımız’ın kaldırılmasını Atatürk’e ve “Cumhuriyet değerleri”ne hakaret saydılar... AK Parti hükümetinin 2013’de “çözüm süreci” çerçevesinde attığı bu adımı o günden bugüne kabullenemediler. Şimdi uygulamanın geri getirilmesinin en büyük destekçisi bu kesim.
***
Netice itibarıyla, toplumu tam ortadan ikiye bölen bir konu bu. Üstelik ikiye bölmekle kalmayan, birbirine düşüren...
“Andımız okunmalı” diyenler “ırkçı, faşist vs” suçlamasına maruz kalıyor; “artık okunmamalı” diyenler “Türk düşmanı, vatan haini vs” oluyor. Kimse bir diğerinin derdinin ne olduğunu anlamaya çalışmıyor. Toplumun elitleri, yani aydınlar, sanatçılar, bilimadamları, siyasetçiler... toplumun tamamını olmasa bile mümkün olduğunca geniş bir kesitini tatmin edebilecek bir çözüm bulunabilir mi bu konuda diye bir arayış içine girmeye yanaşmıyorlar bile. Herkesin formasını giydiği bir takımı var. Herkes karşı kaleye gol atma derdinde; tribünlerden alkış alma peşinde. Mahalleler arası futbol müsabakası yapılıyor. Önemli olan 90 dakika sonunda kimin galip geleceği...
Öyle olunca toplumsal barış, milli birlik falan kimsenin umurunda olmuyor.
***
Bu şartlar altında toplumdaki bir kesimin şikayetini çözmeye kalkıştığınızda diğer bir kesimi rencide etmeniz işten değil. Bu noktada hangi tarafın haklı, hangisinin haksız olduğuna hükmetmek çözüm getirmiyor.
Şimdiki Danıştay kararı da sorunları çözmüş olmayacak. Şikayetçiler yer değiştirmiş olacak yalnızca. Keza hükümet şimdi bu kararı uygulasa bir kesimin, uygulamasa öbür kesimin içindeki kırgınlık ve öfke büyüyecek. “Tek millet” olma iddiamız bir türlü gerçekleşmeyecek.
Zaten sorunun da kaynağı burası. Millet olamama durumu. Sosyolojik anlamda milletleşme sürecini henüz tamamlayamamış olmamız. Öyle olmasaydı birileri “ben Türküm!” diye avazı çıktığı kadar haykırmaya ihtiyaç duymayacaktı zaten. Öbürleri de “Türk de neymiş, ben Müslümanım. Bu kimlik bana yeter” veya “Ben Türk değilim ki, benim kendi etnik kimliğim var” diye tepki göstermeyecekti.
(Karar'dan)