Ekim ayının sıcak bir cumartesi günü. Hollanda, bu ayda böyle sıcak (27 derece) havaya hiç alışık değil. Gerçi bu yıl yaz ayları Hollanda’da olağanüstü sıcak geçmiş. Kuraklık ve olası alınacak önlemler bile konuşulmuş. İşte bu mevsimde, hem de Hollanda’da zor rastlanan bu güzel günde, eski dostum Efsane ile Amsterdam’ı gezelim dedik.
Efsane’yle Amsterdam West’deki Meram Bos en Lommer’da güzel bir kahvaltı yaptık. Mükemmel hazırlanan sabah kahvaltısına Hollandalılar da gelmişler. Diğer etnik gruplardan da kahvaltıya gelenler var tabiiki. Bu manzarayı gören Efsane, ‘Azizim görüyorsun, girişimcilerimiz gönüllü olarak Türk mutfağı ile adeta bir kültür diplomasisi yapıyorlar, ülkemizi tanıtıyorlar Hollanda’da’ yorumunu yapıyor.
Ben kahvemi, Efsane de her zaman içtiği Latte Macchiato’sunu içtikten sonra yola koyuluyoruz. Uzun mesafe yürüyeceğimiz için spor ayakkabılarımızı giydik. Niyetimiz, Efsane’nin her gün yürüyerek gezdiği güzergahı birlikte dolaşmak. Sırasıyla Mercatorplein, Rozengracht, Dam Meydanı, Kalverstraat, Muntplein, Leidsplein, Kinkerstraat’dan geçerek tekrar Bos en Lommer’a gelmek.
Mercatorplein’den şehir merkezine doğru yürüyoruz. Yıllar öncesi hatıralar geliyor aklımıza. Her caddede ayrı bir hatıra canlanıyor. Sohbet ederedk, otuz yıl önce, Clerqstraat’daki Hollanda Türk Dostluk Derneği binasının önüne gelmişiz bile. Bu dernekteki faaliyetler, Amsterdam Ülkücü hareket tarihinde önemli bir yere sahip. Zira Ülkücüler, başta Amsterdam Türk Kültür Merkezi olmak üzere, Oost’daki Milliyetçi İşçiler Cemiyeti yönetimlerine buradan geçmişlerdir. Sonra diğer teşkilatlar kurulmuştur.
Gerçi şimdikilerin, bir çok kuruluşta olduğu gibi, dünle, geçmişle yani kurumsal hafızayla pek ilgi ve alakaları yok. Pek önem vermiyorlar. Ama bunların, sivil toplum kuruluşları tarihi açısından tarihe not düşülmesi önemlidir.
Öğle namazını Rozengracht’daki Fatih Camiinde kılıyoruz. Burada da hatıralar canlanıyor. Zira Fatih Camii Amsterdam’daki Türkler’in ilk göz ağrılarından. İlk yıllarda, bugün olduğu gibi her mahallede Camii olmadığından, millet burada ibadet ederdi. Cuma ve bayram namazlarında yer bulamazdık. Kuran okuma yarışmalarında cami dolup taşardı. Namazdan sonra, hem caminin içini hem diğer bölümlerini tekrar inceledik. Kiliseden çevrilen ve tarihi eser olan Fatih Camii’nin, çok amaçlı olarak hangi alanlarda hizmet verebilir sorusuna cevap aradık...
Efsane rehberliğinde, şehir merkezine doğru yürümeye devam ediyoruz. Dam Meydanına yaklaşınca yabancı turistlerin de akın ettiği sokaklarda yürümekte zorlanıyoruz. Yetmişiki milletten insan var. Efsane’nin hafızası çok sağlam. Dam Meydanına varınca, meydana bakan tarihi Yeni Kilise’nin salonunda öğrencilik yıllarımızda organize ettiğimiz “İbn Haldun ve Göç Tarihi Konferansı”nı hatırlatıyor bana. Ve dahası, o yıllarda Spuistaat’daki Amsterdam Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’indeki geçen hatıralarımızı mırıldanıyoruz.
Meydandaki Saray’ın arkasındaki banklara biraz oturup, soluklanıyoruz.
Kalverstraat üzerinden Muntplein’e doğru zorlukla yürüyoruz. Amsterdam Tarih Müzesin’e varınca, aklımıza sol taraftaki ilk cami geliyor. Fatih Camii satın alınmadan önce cami olarak kullanılan binaya giriyoruz. Turistik eşyaların satıldığı bina, şimdi çok farklı amaçlarla kullanılıyor. Çalışanlara olayı izah ediyoruz. İçeride bir program hazırlığı yapıldığı için, ‘girseniz bile tanıyamazsınız’ denildiği için, ziyaret etmeden yolumuza devam ediyoruz. Az ileride, Laz kardeşlerin işlettiği dondurmacıyı da ziyaret ettikten sonra Leidsplein’e ulaşıyoruz.
Leidsplein’e varınca, de Balie Kültür Merkezinde kahve içmeden geçmek olmaz elbette. Zira, de Balie’nin Hollanda’daki Türkiye solcuları tarihinde önemli bir yeri var. Kendilerini sol entelijan siyasi olarak görenler seksenli ve doksanlı yıllarda burada buluşurlardı. Ellerinde de Volkskrant veya NRC gazeteleri bulunurdu. Biz de, Efsane ve Tokatlı rahmetli Yalçın Şahin’le arada sırada uğrayınca, kırmızı görmüş boğa gibi bakarlardı. Her hafta, kültürel, bilimsel program ve tartışmaların yapıldığı de Balie’de yoğunluk yine eskisi gibi. Ama bizimkiler artık dağılmışlar.
Yürümeye başladığımız noktaya doğru geri dönüş başladı.
Kinkerstraat’a geldik. Burada da yıllar önce yaşananları hatırladık. Bir arka sokakta, Bellamystraat’daki Türk Kültür Merkezi yönetim kurulu seçimlerinde yaşanan kavgalar aklımıza geldi. Yıl, 1983, 1984, yönetim kurulu seçimlerine iki liste girdi. Milli Görüşçüler kazandı. Ne kavga ne gürültü Allah’ım. Sonraki yıllarda yönetim kurulu seçimlerini ülkücüler kazandı. Kültür Merkezi seksenli yıllarda Türklerin gözbebeğiydi adeta. Faaliyetleri Amsterdam Belediyesi tarafından desteklenirdi. Yıllar sonra, çok çeşitli sebeplerden dolayı bu merkez kapamak zorunda kaldı.
Mercatorplein’e geldik. Ayaklarım onca yolu yürümekten sızlıyordu. Yeni açılan Türk tatlıcısında biraz soluklandık. İşletmeci Efsane’yi tanıdı. Tatlı ve kahve ikram etti. Sadece tatlıcı mı? Yürüyüş güzergahında selamlaştığımız tüm Türk mekanları birşeyler ikram etmek istediler. Siyaset konuşmak istediler. Efsane’nin havası baya iyiydi. Her yerde saygı ve sevgi görüyordu. Efsane’ye döndüm ve ‘Aman bunun kıymetini bil, bu güven kolay kolay kazanılmaz’ dedim.
Ve artık, yürüyüşe başladığımız noktaya geri gelmiştik. Aradan kaç saat geçti bilmiyorum. Telefondaki yürüyüş bildiren programa baktığımızda tam tamına 12.7 km yürümüşüz. Ayaklarım sızlıyordu. Efsane, sanki benimle yürümemişti, daha yürüyebilirdi. Antremanlıydı. Artık, Efsane’yle vedalaşma vaktiydi. Birlikte hem yürüdük, hem de Amsterdam’daki kültür tarihimize bir yolculuk yaptık...