Hollanda’da bunaltıcı sıcakları artık geride bıraktık. Yaǧmurlu havalar tekrar başladı. Geçen haftanın tam ortasında hava öyle bir tatlıydı ki, bu güzel havanın tadını çıkarmalıydık.
Çarşamba günü ikindi vakti, Amsterdam’ın Nieuw West semtindeki Sloterplas Gölü’nün kenarında dört kişi buluştuk. Eski münibüsü ile sahilde bekleyen yaşı epey ilerlemiş olan Fas’lı dondurmacıya selam verdik önce. Az sonra üçüncü nesil Amsterdamlı Türk gençlerinden, Anatolia Öğrenci Derneǧi’nin başkanlıǧını da yapmış olan Mehmet Akkoç motosikletle geldi.
Kamil Saygı, Ali Galip Keleş ve bendeniz, Akkoç’un özel olarak yaptırdıǧı ‘Kaptanı Derya’ adlı teknesine vardık. Üç beş dakika içinde, Watersportcentrum De Duikelaar’dan ‘Kaptanı Derya’ ile Amsterdam merkeze doǧru açıldık.
Kaptanı Derya’ya bindik ama, bu küçük geminin ismi aklıma takıldı. Zira binerken gördüǧüm küçük gemilerde genellikle bir bayan ismi yazılıydı. Mehmet Akkoç gemisine Kaptanı Derya yazdırmıştı.
Akkoç’un dedesi 1970 yılında Kırşehir’den Amsterdam’a, ülkeleri geçerken sınırlarda karşılaştıǧı zorlukları yenerek gelmiş. Amsterdam’da NDSM Gemi Fabrikasında çalışmıştı. Babası Ramazan ise aile birleşimi çerçevesinde 1980’de Hollanda’ya geldi. Mehmet, Amsterdam’da doǧdu. Zor şartlarda okudu. İşçi sınıfından orta sınıfa atladı. İyi bir işi var. Çok gayretli maşallah. Bu arada Mehmet okul arkadaşı Merve ile evlendi. Geçen yıl Seyit Ali ismini verdikleri afacan bir oǧula sahip oldular. Böylece yarım asırlık bir zaman diliminde dört nesil oldu Akkoç ailesi. Dede, mekanı cennet olsun, rahmanı rahmete kavuştu. Oysa bazı uzmanlara göre, Avrupa’da üçüncü nesil Türkçeyi unutacaktı. İstisnalar harriç. Bırakın Türkçeyi unutmayı, aldıkları gemilerine Osmanlıda en büyük donanma baş komutanına verilen adı veriyorlardı… Bunları düşünürken Kaptanı Derya’nın bir kilit noktada durduǧunu fark ettim. Bu kilit noktada beklerken, su seviyesi dört beş metre yükseldi. Sonra Amsterdam merkeze giden tarafın kapısı açıldı ve biz o kilit noktadan hareket ettik.
Artık Amsterdam kanalları üzerindeyiz. Geçtiǧimiz kanalların saǧ ve solu küçük kayık ve orta büyüklükte teknelerle dolu. Bunların bir çoǧu ev olarak kullanılıyor. Kanal boyunca güneşlenen kalabalıklar var. Şehir merkezine doǧru ilerledikçe, kırk yıllık hatıralar film şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başladı. Geçtiǧimiz güzargah üzerinde aklıma gelen anılar kısaca şunlar oldu.
Güzergahımız olan Erasmuspark ve çevresi, Mercatorplein, Admiralengracht, Kinkerstraat, Postjesweg yani Amsterdam’ın merkez batı tarafı yirmi yıl önce hep göçmenlerin yaşadıkları bölgeydi. Oysa şimdi, açılan kafeler, restoranlar, film evleri ve sanat merkezleri dahi bu bölgenin beyazlaştıǧını, Hollandalılarla dolduǧunu gösteriyor. Göçmenler yıllar içinde kentin daha kenar mahallelerine taşınmışlar. Ama Türk ve Faslılar’ın işyerleri hizmet veremeye devam ediyor.
Admiralengracht’dan sola döndük. Baarsjesweg caddesi boyunca uzanan kanal üzerindeyiz. Hemen sol tarafınızda görkemli ve heybetli duruşuyla Ayasofya Camisini karşınıza çıkıyor. Bir zamanlar onbinlere ulaşan müdavimi ve Amsterdam başta olmak üzere Hollanda siyasetini ciddi şekilde etkileyen Kuzey Milli Görüş’ün yuvasında şimdi sadece bir tek minaresi ve kubbesiyle Ayasofya kalmış. Kanalın saǧ tarafında yer alan Belamystraat’taki Amsterdam Türk Kültür Merkezi, yine bir zamanlar Amsterdamlı Türkler’in en çok ziyaret ettiǧi mekandı. Yönetimi ele geçirmek için gruplar ne kavgalar etmişlerdi. Şimdi yerinde yeller esiyor.
Az ilerde, de Clerqstraat üzerinde 1980’li yıllarda Ülkücüler’in açtıǧi Hollanda Türk Dostluk Derneǧi vardı. Bu cadde üzerinde biraz merkeze doǧru ilerlerseniz Amsterdam Fatih Camisi’ni görürsünüz. O yıllarda Clerqstraat’ta, Amsterdam Ülkücülerinin Türk Kültür Merkezi, Milliyetçi İşçiler Cemiyeti, Ulu Cami, Mescidi Aksa Camisi olarak genişleyen yükseliş politikaları oluşturulmuştu...
Aynı kanal üzerinde ilerleyince Westerpark semti ve Türkevi Derneǧi’nin dopdolu bir on yılı aklıma geliyor. Her sokaǧında ayrı bir hatıra var. Saǧ tarafta sosyal işler için kullanılan Nassaukerk ve sol tarafta Hollanda’da ilk tanıdıǧım gece bakkalı. Otuz metre ilerisinde çok amaçlı kullanılan Koperenknoop Salonu. Ve bu salonda 1984 yılında bir Cumartesi akşamı organize ettiǧimiz gençlik gecesinin, Türk ve Hollandalı solcular tarafından iptal ettirilmesi acı hatıralardan sadece birisidir. Bu tatsız olaydan sonra, yine aynı cadde üzerindeki Nassau Kafe’de Hollandalı bir gazeteciyle tanışmamız ve o gün içtiǧimiz bir kahvenin hatırına devam eden otuz yıllık dostluǧumuz hatıralar arasındadır.
Hala yayın hayatına devam eden ve o yıllarda bir sayfa Türkçe bir sayfa Arapça yayın yapan ‘Staatskrant’ aylık gazetesi de anılarımız arasındadır.
Ben bu düşüncelere dalmıştım ki, Kaptanı Derya, eski Westerpark Belediyesi’nin tam önünde halat baǧladı. Türkevi Derneǧi’mizin kuruluş programını bu belediyenin salonunda yapmıştık 1992 yılında…
Eski mahallemize, mekanımıza varmışken, gençlere Amsterdam usulü patates ısmarlamadan olmazdı. Patatlarımızı yerken, Westerpark mahallesindeki hatıralarımı da yanımdaki arkadaşlarıma anlatma fırsatı buldum. Zira Amsterdam’a geldiǧimizde ilk kaldıǧımız ve annemle babamın hala oturdukları ev, Westerpark’ın hemen yanındaydı. Günlerimiz bu parkta geçerdi.
Daha sonra aynı güzergah üzerinden geriye döndük. Ama bu sefer Kaptanı Derya’daki hoparlörden ‘Çırpınırdın Karadeniz, Bakıp Türk'ün Bayrağına’ marşı yükseliyordu.
Veyis Güngör
4 Eylül 2020