Amiral gemisi nihayet 'yeni medya' sularında

Sadece iş hayatımıza değil hayatlarımıza da yeni teknoloji devriminin gözlükleri ile bakmanın zamanı geldi de geçiyor.

Hürriyet gazetesinin yeni binaya taşınma telaşının bilmem farkında mısınız? Bu telaşın bir kısmı da Radikal gazetesini kapsıyor. Radikal gazetesinin ofisleri de Hürriyet ile aynı binadaydı. Şimdi onlar da bir zamanlar Milliyet’in konuşlandığı medya plazaya taşınacaklar. Bu taşınma süreci aynı zamanda yeni medya düzenine geçiş için önemli bir fırsat sunuyor. Nitekim düne kadar gazete ve elektronik medya olarak ayrımlanan, farklı kadrolardan oluşan Hürriyet, bu fırsatı iyi değerlendirip ortak üretime geçti. Bu önemli zira böyle bir entegrasyonda başarılı olurlar ve hayata kazanımlarla geçirebilirlerse ‘Yeni Medya Düzeni’ diye yıllardır söyleyegeldiğimiz ‘şeyleri’ de ilk kez Türkiye’de büyük bir medya grubu hayata geçirmeyi başarmış olacak. Elbette bunları söylerken bir internet sitesinden doğup, televizyon ve gazete, hatta dergiler grubu entegrasyonunu başarıyla hayata taşıyan Habertürk örneğini unutmamamız gerekiyor. Yine de sıfırdan bir şeyi kurmakla var olan bir düzenin kemikleşmiş klişelerini kırıp değiştirmek arasında büyük fark var. Yeterli sayıda tablet piyasaya dağıtılıp gelir modeli oluştuktan sonra şu anda okuduğunuz gazeteyi 5 yıl sonra sadece tabletlerde yayımlanan bir gazete olarak görürsek en azından benim şaşırmayacağımdan emin olabilirsiniz. Peki, gerçekten geleceğin çalışma biçimi ofislerde mi geçecek dersiniz? 

Çalışmak için ofislere ihtiyacımız var mı?

Hürriyet ve Radikal gazetesi yeni mekânlarına taşınmanın telaşı içindeyken biz de ekip olarak bir sorunun cevabını bulmanın telaşındaydık. Her şey Nişantaşı’ndan Taksim’deki ofise gitmek için trafikte 1,5 saat beklerken “Neden ofise gidiyorum?” sorusu ile başladı. Daha sonra “Neden hepimiz bir ofise gitmek ihtiyacını hissediyoruz?” sorusu geldi. İletişim teknolojilerinin böylesine mobilize hale geldiği, insanların bilgisayar, tablet, telefon ile görüntülü ya da sesli olarak birbirleriyle çok rahat konuştuğu, hatta zaman zaman yan odasındaki arkadaşına bir konuyu iletmek için bile e-mail atmayı daha pratik bulduğu bir ortamda ‘ofislere’ gerçekten ihtiyacımız var mı? Büyükşehirlerde saatlerce süren ofise varma veya sonrasında yine saatlerce süren çıldırtıcı bir trafikte evlerimize ulaşma çilesini çekmek zorunda mıyız? Eğer toplantı ihtiyacı varsa artık onlarcası açılan plazalarda saatlik kiralanan odalar, şehrin farklı yerlerinde bu tür toplantılara ev sahipliği yapan kafeler olduğuna göre bizi ofis hayatına mahkûm eden nedir? Oda kavgaları, dedikodular, ayakoyunları ile zaman kaybedilen bu plazalar yerine işlerimizi daha konsantre yapabileceğimiz evlerimiz veya kendi odalarımız çok daha üretken olmazlar mı? 

Ofis hayatının vazgeçilmezleri

“Çalışmak için ortak bir mekâna ihtiyacımız var mı?” sorusu ilginç bir tartışmanın fitilini ateşledi. Hepimiz daha önceki deneyimlerimizden çeşitli örnekleri paylaştık. Beni en çok şaşırtan, özellikle genç kuşağın “Ofisi kapatalım, yeni bir çalışma düzenine geçelim” fikrine olan itirazlarıydı. Endişelerinin iki ayrı gerekçesi vardı. İlki yıllardır medya sektöründe olan arkadaşlarımızın çoğu zorunlu işsizlik dönemleri hariç ofis dışında rutin bir çalışma hayatı nedir bilmiyorlardı. Ofis düzeni, yani sabah gelip akşam gidilmesi, öğlen belli bir saatte yemek arası verilmesi onlar için ‘çalışmak’ kelimesinin karşılığıydı. Pek çoğu evde yapacağı çalışmaların disipline edilemeyeceğinden endişe duyuyordu. Evden ya da dışarıdan çalışmak kelimesi edildiğinde akıllarına ilk gelen “Ne yani, pijamalarımızla mı çalışacağız?” sorusuydu.
İkinci itiraz noktası ise her türlü dedikodu, ayakoyununu içinde barındırsa da ofislerin sosyalleşme için önemli mekân olduğu gerçeğiydi. Pek çoğumuzun hayatının büyük kısmını kaplayan işyerlerimiz aynı zamanda sosyal hayatımızın da bir parçası haline dönüşmüş durumda. Hobilerin yerini mesai saatleri, farklı kesimden arkadaşların yerini mesai arkadaşları almış. Yani pek çok mesai mahkûmu, dışarıdan çalışırken yalnız kalıp ‘sıkılmaktan’ endişe duyuyor. Yani özetle kafalara müthiş bir format atılmış, yıkmak zor! 

Ofis hayatından kaçış

Ben ofis hayatının gelişen teknolojilerle beraber eski önemini yitirdiğini savunanlardanım. Bunun ilk nedeni, ofislere ulaşımın özellikle büyükşehirlerin korkunç trafiğinde hayatlarımızdan çaldığı zaman. Sadece bundan feragat etmek bile günlük yaşantımızda hayat kalitemizi en az 2 saat arttırıyor. Mesai saatleri dediğimiz düzen ise Sanayi Devrimi’nin bir ürünü gibi geliyor. Kitlelerin sorumluluk vermeden fabrikalarda belli saatler içinde çalışması, Sanayi Devrimi’nin gözlükleri ile baktığınız zaman mantıklı olabilir ancak bugün için verimli olmadığı kesin. Çalışmayı ‘mesai saati’ hegemonyasından çıkarıp ‘alınan verim’e taşımak ise ‘Teknoloji Devrimi’nin olmazsa olmaz mottosu.
Sadece iş hayatımıza değil, hayatlarımıza de yeni teknoloji devriminin gözlükleri ile bakmanın zamanı geldi de geçiyor. Yine de bu değişimi fark etmek ve ardından kafalarımızın içindeki duvarları yıkmak, yenilerini inşa etmek kolay değil. Bunu biz göremesek de çocuklarımızın başka bir çalışma ‘düzeninde’ çalışacakları kesin.

(Radikal gazetesindenden alınmıştır)