13 Kasım 2013 akşamından beri Almanya’nın Leipzig kentindeyiz.
Almanya sosyaldemokrat partisi SPD, seçim yenilgisinin ardından “Olağan Kurultayı’nı” yapmakta. Kurultay (13-16 Kasım 2013) bu gün sona eriyor. Seçim yenilgisinin ardından olmasına rağmen kurultaya medyanın ilgisi oldukça yüksek. Çünkü SPD artık Almanya’da bir iktidar partisi.
Angela Merkel’in partisi CDU ve Bavyera’ya özel muhafazakarların partisi CSU ile koalisyon görüşmeleri başarılı ve kararlı bir şekilde sürmekte.
Her partide olduğu gibi seçimi kaybeden ekip özeleştiri yapmak zorunda.
SPD de seçim yenilgisinden dersini çıkarmakta. İlk ders olarak alınan karara göre bundan sonra yapılacak seçimlerde seçim öncesi bugüne kadar olduğu gibi “Yeşiller ile koalisyon dışında başka işbirliği yok” tarzı sonradan pişman olunacak vaatler gündeme gelmeyecek. Özellikle “Sol Parti” ile işbirlikleri konusunda “karşı tutum” artık değişiyor. Bundan böyle SPD düne kadar “Doğu Almanya geçmişinden ve aşırı sol içeriklerinden” dolayı her türlü işbirliğini red ettiği “Sol Parti” ile de koalisyonlara açık olacak. Değişen Almanya’da CDU’nun Yeşiller ile koalisyon oluşturabildiği yeni dönemde SPD’de “ittifaka sadakat” adına kaybeden olmak istemiyor.
SPD’nin çıkardığı ikinci ders ise “ortanın partisi” konumunu yeniden kazanmak için çaba haracaması gerektiği. Özellikle Almanya’da gerçek anlamda liberal olan kesimlerin oylarını kazanmak istiyor. Bu nedenle hedefi bundan böyle “liberal sosyaldemokrat” bir parti olarak 2017 yılı seçiminde daha geniş kesimlere hitap etmek.
Parti tabanı ise şu sıralar hem seçim kaybeden ekibe kızgın olduğunu hem de CDU/CSU ile oluşturulacak koalisyon hükümeti konusunda endişeleri olduğunu parti yönetimini yeniden seçerken hissettirdi.
Parti başkanı Sigmar Gabriel 13 Kasım 2009 yılında “yüzde 94,2’lik” bir destekle seçilmişken 14 Kasım 2013 günü delegelerin ancak “yüzde 83,6’sının” desteğini alabildi. Başkan Yardımcısı ve Hamburg Başbakanı Olaf Scholz “yüzde 67,3” ya da parti genel sekreteri Andrea Nahler “yüzde 67,2’lik” delege oylarıyla neredeyse “kıl payı” seçildiler.
Türkiye kökenli başkan yardımcısı ve federal milletvekili yönetimdeki tek temsilcimiz olarak oyların “yüzde 79,9’unu” alırken elbette o da eski yönetime tepkiden bir miktar payını aldı. Ama tekrardan her şeye rağmen güçlü bir taban desteği ile seçlimesi önemliydi.
25 Mayıs 2013 günü yapılacak Avrupa Parlamentosu Seçimleri’nde AB’deki tüm sosyaldemokrat partilerin ortak “AB Komisyon Başkanı” adayı olarak seçilen Martin Schulz ise özellikle “Avrupa’da ırkçılığa karşı” yaptığı “ateşli” konuşmasının ardından delegelerin “yüzde 97,9’luk” desteği ile seçilirken en azından bu süreçte Alman sosyaldemokratlarının “starı” olduğunu belli etti. CDU/CSU ile yürütülen koalisyon görüşmelerinde “ortak Avrupa Politikası” kararlaştırılmış durumda ve Martin Schulz’un AB Komisyonu Başkanı olmasını ise Angela Merkel’in bile desteklediği yönünde “dedikodular” epeydir anlatılmakta. Kısacası 2014 yılında AB Komisyonu Başkanı olarak karşımıza çıkma ihtimali olan dostum Martin Schulz’un aynı zamanda Bilgi Üniversitesi “onur doktorası” sahibi olduğunu da hatırlatayım.
SPD Kurultayı’nı çok güzel bir jest yaparak Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Hüseyin Avni Karslıoğlu’da izledi. Özellikle SPD Başkanı Sigmar Gabriel “çifte vatandaşlık” konusunun SPD için bir “olmazsa olmaz” olduğunu dile getirirken ve hatta CDU/CSU ile yapacakları koalisyonda verecekleri bazı ödünlerin bedeli olarak “Çifte Vatandaşlığı” kabul ettireceklerini belirtirken kurultay salonunda Türkiye Büyükelçisi’nin de olması çok anlamlıydı. Çocukluğu Almanya’da geçmiş ve mükemmel Almancası olan Hüseyin Avni Karslıoğlu’nun Almanya Politikası ile olan diyaloğu gerçekten Türkiye’de çok şeyin değiştiğinin de güzel örneklerinden biri. Kurultayın tamamının yine bu ülkede yetişmiş ve Almanya’yı çok iyi tanıyan bir büyükelçilik görevlisi tarafından izlenmesi de sevindiriciydi.
SPD Kurultayı’nda CHP Heyeti’nin hazır bulunması doğal. Sosyalist Enternasyonal üyeliği “doğrudur ya da yanlıştır” diye tartışılsa da üye olduğu sürece “kardeş partiler arası davetler gereği” kurultaylarda olacak elbette. Özellikle Ercan Karataş’ın eski bir Almanyalı ve de “klasik ulusalcı kemalist” olmayan kimliği sayesinde onlar da diyaloglarını sürdürmekteler.
AK Parti ve SPD arasında Gerhard Schröder ve Recep Tayyip Erdoğan dostluğu vesilesiyle başlayan diyaloğun çok başarılı bir şekilde sürdüğünü ise nerdeyse her SPD Kurultayı’na AK Parti temsilcisi ya da temsilcilerinin katılmasında görmekteyiz. AB ülkeleri sosyaldemokrat partileri ile AK Parti arasında gerçekten çok “sağlıklı ve verimli” bir diyalog var. Bu hem Türkiye hem de AB ve Almanya için çok değerli. Hele SPD’nin de tekrar iktidar partisi ve büyük bir olasılıkla Dış İşleri’nden sorumlu olacak olması Türkiye’nin iktidar partisi ile olan diyaloğuna daha da önem vermesini beraberinde getiriyor. Bu defa da AK Parti’yi “TBMM-Bundestag Dostluk Grubu Başkanı” ve Samsun milletvekili Çağatay Kılıç temsil etti. Almanya’nın Siegen kentinde doğan ve çok iyi Almancası olan Çağatay Kılıç, özellike Schröder dönemindeki aktif konumu nedeniyle “sevilen” bir şahsiyet. Koalisyonun oluşması sonrası Berlin ziyaretlerinin sayısının artacağı açık.
Ayrıca Almanya Federal Meclisi’ne seçilen Türkiye kökenli milletvekilleri ile de sıkı ilişkilere değer veren Kılıç, hem SPD hem de Almanya ile ilişkilere katkı da çok başarılı.
Bu kurultaydan çıkan bir diğer sonuç ise: bundan böyle eğer SPD, Almanya’da “Çifte Vatandaşlık” sözünü bu sefer gerçekleştirirse şu anda 900 bin üzerinde olan ve “Çifte Vatandaşlık” sonrası 2,5 milyon civarından olacak olan Türkiye kökenli seçmenin “kalbini de kazanmış” olacak.
İlk seçim 25 Mayıs 2014 günü Avrupa Parlamentosu Seçimleri. 2014 yılında Eyalet Parlamentosu ve yerel düzeyde seçimler de var.
Türkiye kökenli seçmen “kendisine Çifte Vatandaşlığı” mümkün kılan partiye büyük sempati duyacaktır. Hacettepe Üniversite’sinden dostum Murat Erdoğan’ın yönetiminde gerçekleşen bir kamuoyu araştırmasına göre hali hazırda “yüzde 70” civarında seçimlere katılan bu seçmen grubu bu açıdan oldukça önemli bir rol oynamaya aday! Almanya’da bundan böyle Türkiye’de “Cumhurbaşkanlığı” ve “TBMM” seçimlerine katılım olanağına kavuşan kitlenin ezici bir çoğunluğunun “AK Parti seçmeni” olduğu da tüm araştırmalarda ortaya çıkmakta.
Bu durumda “Almanya’da SPD ve Türkiye’de AK Parti” diyen dev seçmen kitlesi özellikle her iki ülkede de “demokrasinin gelişmesi”, “doğru politikaların desteklenmesi”, “AB-Türkiye Üyelik sürecine katkı” ve “Almanya-Türkiye İlişkisi’nin geliştirilmesi” konularında çok önemli bir destek bence.
Türkiye’de “Kürt Sorunu’nun Çözümü”, “Türkiye’nin Ortadoğu’da barışa katkı çabaları”, “Türkiye’nin Suriye’nin eli kanlı diktatörüne karşı aldığı tavır”, “Türkiye’nin Kıbrıs’ta Çözüm çabaları”, “Türkiye’nin cuntacı ve faşist geçmişi ile hesaplaşma”, “Fikir ve din özgürlüğünün uygulanması için sürekli çalışmalar”, “Türkiye’de vatandaşa hizmeti temel alan sağlık politkası”, “Türkiye’de her çocuğun eşit koşullarda temel eğitim alması için oluşturulan alt yapı”, “ulusalcı kemalist ve milliyetçi yemin tarzı çağdışı uygulamaların kaldırılması” ve daha nice konunun Almanya sosyaldemokratlarının politikalarından farklı olmadığını bilen biri olarak Almanya’da SPD’yi seçen bir seçmenin Türkiye’de AK Parti’yi seçmesine hiç şaşırmıyorum.
İşte bugün Diyarbakır’da nihai barış ve kardeşlik için atılan adım aslında tam Willy Brandt Felsefesi’ne uyan bir gelişme. Bunu Avrupa’da göremeyen tek parti ise sanırım CHP.