Almanya’da faşizm: İnsan ne zaman canavar olur?

Küçük kız elindeki çiçeklerle sahneye çıktı.  Divaya çiçekleri sundu.

 Ona sıkıca sarılan ve bir değil, birkaç neslin yüreğinin sırdaşı olmuş Sezen Aksu çocuğun yüzündeki  masum ifadeye dikkat çektikten sonra, can alıcı soruyu sordu:

“Çocuklardaki bu masumiyete dikkat edin. İnsan bu masumiyetten sonra ne zaman canavarlaşmaya başlar?”

Hrant Dink’in karısı Rakel Dink’in yıllar önce milyonlara hitap ederken söylediği sözleri hatırladım: “Bir bebekten katil yaratan zihniyet”

Dünya faşizm tarihinin önemli bir bölümü Almanya’dan bahseder.

Göçün 50. Yılını kutlama etkinlikleri başlatan Almanya, bu yılı göçmen cinayetleri işleyen bir yapının şokuyla tamamlıyor.

Üstelik, cinayetleri araştırmasını beklediğimiz Alman basını, adını koymuş bile: “Dönerci cinayetleri”...

Oysa 2000 ve 2006 arasında öldürülen sekiz Türkiye insanının sadece iki tanesi dönercilikle uğraşıyordu.

Basında kullanılan “dönerci cinayetleri” ifadesi aslında sosyo-kültürel bir “küçümseme”yi yansıtıyor. Almanya’da yaşayan Türkiye insanının sadece belirli sektörlerde var olabileceklerine dair faşizan bir bakış açısının ifadesi.

Berlin’de bu cinayetlerin arkasında “devletin en iyimser ihtimalle gözyumduğu” neonazi çetesinin varlığı ile ilgili gelişmeleri ilgilisi olduğunu düşündüğüm çok sayıda isme sordum. Resmi isimler ve resmi isimlerle arasını iyi tutmak isteyen yarı-resmi isimler, ihtiyatlıydı.

Olayı irdeleme çabama hafif eğlenerek bakan bir bakışı yakaladığımı da buraya not düşeyim.

Dahası, Alman basını bile devlet içindeki bazı odaklarla bu işin bağlantısını teslim ederken, Almanya Türk toplumu adına çıkıp konuşan kişinin, bu yöndeki sorularımı yanıtlamak yerine “spekülasyon yapıyor ve komplocu düşünüyorsunuz. Ben çok iyi Türkçe konuşan bir Alman’ım ve Almanya devletinin bu işin içinde olduğu yönündeki yorumları kabul edemem,” demesi ilginçti. Almanya Türk Toplumu Başkanı Kenan Kolat’tan söz ediyorum.  

Almanlar bile Almanya’yı bu kadar iyi savunmamışlardır!

Öldürülen kişilerin yakınlarına ulaşacak düzgün bir liste dahi ilk hafta içinde kimsenin elinde yoktu.

Öldürülen kişilerin yakınlarına ulaştığınız zaman ise, haklı bir sitem hatta çıkışmayla karşı karşıya kalıyordunuz: “Şimdiye kadar neredeydiniz?” Resmi makamların ilk refleksi, “ortamı yumuşatma” çabası olurken, elbette iş Türkiye insanının örgütlendiği sivil toplum kuruluşlarına düşüyordu.

Burada, Berlin Kreuzberg’de bir isim ön plana çıktı: Adı o 88 kişilik listede olan sosyal pedagog ve araştırmacı Ercan Yaşaroğlu.

Elimdeki notların yetersizliği ve bir basın müşavirinin müstehzi ifadesinin verdiği huzursuzlukla kendimi Kreuzberg’e attım.

Faşist cinayetlere karşı alınması gereken anti-faşisit refleks işte oradaydı.

1992 yılından bu yana Almanya’da ırkçı saldırılar sonucu öldürülen kişi sayısının 160 olduğunu söyledi Yaşaroğlu.

O 88 kişilik listeyi görmüştü ve kendi adı da o listedeydi. Mart ayında gördüğü bu listenin dışında öğrediği bir başka bilgi doğumgününde öldürülecek olmasıydı. Onun dışında anlattığı bir başka bilgi, Berlin’den 15 kişinin orada olduğu notuydu.

Almanya’da haftasonu Berlin’de, Nurnberg’de irili ufaklı protesto gösterileriyle geçti.

Şimdi 28 Kasım Pazartesi günü Almanya genelinde “Sessizliğe karşı eylem” hazırlığı yapılıyor. Almanya, kendi Ergenekonu’nun utancını yaşarken, gerçek bir anti-faşist rönesansa da ihtiyaç duyuyor. Öncelikle de “kraldan çok kralcılar” için!

Sezen Aksu ile Şivan Perver düet yapsaydı

Yazıya Sezen Aksu ile başladım, onunla noktalayayım. Organizasyonun berbatlığına ve divanın bu berbatlığı görünce sahneyi terketmesine karşın, Paris’te Sezen Aksu’yu dinlemek muhteşemdi.

Organizatörle konser öncesi sohbetimizde Şivan Perver ile düet yapma olasılığını sormuştum. Organizatör soruyu anlamadığı gibi soruya ‘fransız’ kaldı ve önemli bir fırsat kaçtı.